Bu blogda yer alan logolu içerikler NK Hobisel İşler'e aittir. İzinsiz kaynak gösterilse dahi ne yazılı ne de görsel içeriğin kullanılması yasaktır.

Sahne Alıntıları (Geçmişin Gölgesinde)

104 + 4 özel bölümden oluşan yazdığım ilk dramatik izler taşıyan hikayemden alıntılar ;)

  Yazar : NK

Bir kitap blogu açıp hikayeyi oraya ekleme başladım. Verdiğim linkten bölümlere ulaşabilirsiniz. TIKLAYIN

Geçmişin Gölgesinde

 Ela Yılmaz & Tolga Gürsoy

"İnsanın yüzünü gülümsetecek anılarının da olması hoş bir şey" 

Neden böyle söylemişti yoksa Ela'nın anıları genelde hep olumsuz detaylar mı içeriyordu? Tolga sesindeki tonu da bakışlarındaki donukluğu da beğenmemişti. Bunu söylemesinin altında sanki onu çok üzen şeyler var gibiydi. Düşünceli bir tavırla bakarak "Bunu sanki sizin iyi bir anınız yokmuş gibi söylediniz" deyince Ela derin bir nefes alarak arkasına yaslandı ve çok da düşünmeden "Olmaz mı var tabii ama son zamanlarda düşündüğüm bazı şeyler yüzümü sizinki gibi aydınlatmıyor" dedi. Onu üzen bir şeyler varmış gerçekten. Tolga ne olduğunu direkt soramayacağı için sadece "Sorun işinizle alakalıysa eminim bir çıkar yol bulunur" diyerek konuya yumuşak bir giriş yapmayı tercih etti.

Tolga'nın sorusu üzerine teyzesinin annesi ile görüşmesi konusunda yaptığı ısrarları ve ardından da son telefon görüşmelerinde kendinde hissettiği değişikliği düşünüp "Hayır sorun benim. Değişmeyeceğini sandığım beyazsa beyaz siyahsa siyah olan doğrularım var benim. Ama bu ara..." diyerek susunca Tolga da onun lafını ne diyeceğini anlamış gibi "Onların grileşmeye başladığını hissediyor ve sonuçlarından endişe ediyorsunuz" diye tamamladı. Ela onu onaylar gibi bakıp "Ayrıca kontrolüm dışında gelişen olaylara karşı gardımın bu kadar düşük olduğunu görmem de beni biraz huzursuz ediyor" dedi. Onun bu hali Tolga'yı da ister istemez üzülmüştü. Ela'yı masada tek başına ve keyifsizmiş gibi gördüğünde bir sıkıntı olduğunu anlamıştı zaten.

 Gayet samimi hislerle "Hepimiz hayatımızda kontrol edemediğimiz olaylarla yüzleşiyoruz. Elimizden gelen bir şey de yoksa bu bize sandığımızdan daha güçsüz olduğumuzu hissettirebiliyor. Bu çok normal" dedikten sonra kendi içinde bulunduğu durumu ve babasının yarattığı olumsuzlukları düşünerek yüzünde oluşan sert ifadeyle sözlerine devam etti ve "Hatta ne tuhaftır ki biz bunları hissedip belki de kendimizi suçlarken bunu bize hissettiren kişiler konu hakkında çoktan duyarsızlaşmış ve kendilerini soyutlamış oluyorlar" dedi. Ela onun bakışlarından kastettiği kişiye karşı duyduğu kızgınlığını rahatlıkla okuyabiliyordu. Bu hiç beklemediği bir şeydi. Şaşırmıştı ama bir o kadar da Tolga'nın kendisini anlayabileceğini düşündüğü için rahatlamıştı. Bu yüzden ilk defa düşüncelerini kontrol etmeden olduğu gibi dile getirmeye başlamıştı.

"Duyarsızlaşmak... Tepkisiz kalmak..." dedikten sonra bir an annesini düşündü ve sözünü "İşte bu tam da bahsettiğim kişiye uygun bir tanım oldu" diyerek sonlandırdı. Tolga ona karşı olan dikkatini arttırırken Ela da boşluğa bakarak "Siz hiç birinden tarif edemeyeceğiniz ölçüde nefret ettiniz mi?" dedikten sonra kendisine bakan Tolga'nın adeta evet dediğini duymuş gibi son derece rahat bir şekilde "Ben ettim! Ve bu yüzden ne doğrularımın ne de duygularımın renk değiştirmesini istemiyorum. Diğer türlü her şey daha kolay çünkü" dedi.

Ela sözünü bitirip önündeki boş fincanı kenara alırken Tolga onun her şeye rağmen güçlü olduğunu hissettiren bakışlarını hayranlıkla izliyordu. Ayrıca onun sözlerine de biraz takılmıştı ve bu yüzden de hissettiği şeyi paylaşmaktan çekinmeyip "Sanırım nefret etmenize rağmen bu kişiyi önemsiyorsunuz. İçinizde bir yerlerde hâlâ ona karşı küçücük bir parça kurtarılmayı bekliyormuş gibi. Siz de bunu fark etmiş olmalısınız" dedi. Nokta atışı diye buna denirdi.

Ela bu sözler sonrası gözlerinin dolacağını hissedince dikkatini dağıtmak için etrafa bakınıp sonra da tekrardan gözlerini Tolga'nın gözleriyle buluşturdu ve kaçak dövüşmeden gayet açık bir şekilde "Ama ben onu kurtarmak istemiyorum" dedi. Ela sözü bitirip gözlerini kaçırırken Tolga da ona dikkatle bakmayı sürdürüyordu. Bu nefret duygusu yakışmamıştı ona. Keşke elinde olsa da o acıtıcı yıpratıcı duyguyu içinden söküp çıkarabilseydi.


ELA YILMAZ & KENAN GÜRSOY

 "Bugün babanla konuşmaya gittiğimde masasının üzerinde ailenize ait olan fotoğraflar gördüm"

"Hmm... Şu ağabeyimin mezuniyet şöleninde çekilen fotoğrafın gölgesinde kalan eski resimden bahsediyorsun"

Kenan'ın bunları söyleyiş şekli bile Ela'ya birçok şey anlatıyordu. Poşetteki şekerleri incelerken bir yandan da merakına yenilip tereddütlü bir ses tonuyla "Zor bir çocukluk muydu?" diye sormadan edememişti. Kenan kendisine böyle bir şey söylemesini beklemiyor olacak ki gözle görülür şekilde afallamıştı. Zor bir çocukluktu hem de çok zor. Bu gerçeği dile getirmek için doğru kelimeleri bulmakta dahi zorlanmıştı. Elini poşetten çekip yavaşça Ela'ya doğru döndü. Düşünürken gözlerinde hüzün belirmişti. Bu hüzün geçmişte yaşadığı zorlu deneyimleri yansıtıyordu.

Dile gelmeden önce bir an duraksadı ve derin bir nefes aldı. Bir yandan tuhaf bir şekilde içindekileri Ela ile paylaşmak istiyor bir yandan da kendi kendisine "Sen Kenan Gürsoy'sun kimseye karşı güçsüz görünemezsin" diyordu. Zayıflıklarını alenen ortaya koymak hiçbir zaman ona göre olmamıştı zaten.

Bu kısacık süre içinde Ela'nın kendisine bakmayı sürdürdüğünü görünce hemen olayı başka yöne kaydırıp yan tarafı işaret ederek "Şuraya uzanayım mı? Sanırım çocukluğuma inmeye karar verdin" dedi. Demekle de kalmayıp ayaklanmak için bir hamle yaptı ama Ela bunu yapacağını anlar anlamaz kolunu tutup onu durdurdu ve son derece güvenilir bir ifade ile "Sadece seni en doğru şekilde tanımaya çalışıyorum. Bunu yapmama izin verirsen çok daha farklı bir Kenan ile karşılaşacakmışım ve o halini daha çok sevecekmişim gibi geliyor" dedi. Kenan ilk defa kendisine bu denli içten yaklaşan biri ile karşı karşıya geliyordu. O an Ela Kenan'a hayatında olan diğer kişilerden çok daha yakın ve gerçek gelmişti.

Tekrardan yerine yerleşip üzerlerine vuran ışığa gözlerini kısarak baktıktan sonra önüne döndü ve sesi kırılganlaşsa da soğukkanlı duruşunu bozmadan "O resimde iki tane çocuk var. Birincisi her yaptığı ile ailesini gururlandıran mükemmel çocuk ikincisi ise ne yaparsa yapsın hayatını birinci çocuğun gölgesinde sürdürmeye mahkum olmuş diğer çocuk" dedi. Diğer çocuk derken bile bunu farklı tonlamıştı. O çocuğu önemsizleştirmişti yani.

Söylediği şeyler ve o sırada gözlerine yansıyan eksiklik hissi Ela'yı çok üzülmüştü. Kenan da bu tarz konuşmalar yapmayı sevmiyordu ve yine dayanamayıp konuyu yumuşatmak için düşünceli bir şekilde duran Ela'ya dönerek "Hadi şimdi de resimdeki iki çocuk arasındaki yedi farkı bulalım. Bence küçük olan çok daha tarz gözüküyor" dedi. Ela'nın Kenan'a bakarken gözleri dalmıştı. Kenan'ın kimseyi umursamıyormuş gibi başına buyruk davranması aslında kimsenin onu önemsemediğini düşünmesine karşı bir tepkiymiş gibi gelmişti ona.

Ela konu üzerine düşündüğü şeyi diye getirmekten çekinmeyip "Bir ailenin çocuklarını aralarında derecelendirerek seveceğine inanamıyorum Kenan" dediğinde Kenan'ın yüzünde acı bir tebessüm belirdi. Ela'nın sözleri içinde yıllardır biriktirdiği duyguları harekete geçirmişti ve bu da onu "O zaman fena halde yanılıyorsun" demekten alıkoyamadı. Bir anlığına sessizlik olmuştu. Ela anlayamıyordu. Nasıl bir insan çocukları arasında ayrımcılığa gidebilirdi ki? Bu mümkün olamaz gibi geliyordu ona.

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun Kenan?"

"Çünkü istenmeyen bir çocuktum ve bunu bana her fırsatta hissettiren bir babaya sahiptim"

Ela insanın yüzüne tokat gibi çarpan bu sözlerle irkilmişti. Kenan ise sözlerini sonlandırdıktan sonra uzaklara bakarak sessizleşmişti. Bunu hep düşünüyordu ama sesli olarak söylemek üzerinde bambaşka bir etki yaratmıştı. İç çekişlerle dolu bir soluk aldı ve o sırada geçmişindeki derin yaralara sebebiyet veren anıların pençesinde kayboldu. Bir çocuk olarak babasının gözünde kendi varlığının değersiz olduğunu bir kez daha hissetti. En kötüsü de bu acı gerçek ona hayatının her anında eşlik etmişti.

Onun gibi Ela'da bu söz sonrası sessiz kaldı. Kenan'ın bu acıyla nasıl başa çıktığını merak etti ve ona derin bir empati duygusuyla baktı. Onun gibi bir adamın böylesine ağır bir duyguyla yoğrulduğunu tahmin edemezdi ve bu nedenle ona ne diyeceğini de bilememişti. Bu düşüncelerle büyüdü ise gerçekten zor zamanlar geçirmiş olmalıydı.

Ela poşetin içinden bir şeker çektikten sonra tam onu ağzına götürüyordu ki anlık bir vazgeçişle birlikte onu yemekten vazgeçerek kendisini iyi hissedebilmesi için yanında oturan Kenan'a doğru uzattı. Çocuksu bir teselli biçimiydi belki de. Kenan kendisine doğru uzatılan şekere bakıp hemen ardından da içten bir gülümsemeyle onu kabul etti ama bir yandan da "Siz kızların ruhsal anlamda bir çöküntü yaşadığınızda neden kendinizi şekere boğduğunuzu anlamıyorum. Bence hiçbir işe yaramıyor" demeden edememişti.

İkisi de ellerindeki şekerleri yerken Ela tebessüm ederek "Fark etmiyorum sanma ne zaman ciddileşsek hemen işi dalgaya vuruyorsun" dedi. Bunu söylemesi Kenan'ın çiğneyişine ara verdirmişti. Bu Ela'da her detayı yakalıyordu yani kızdan kaçış yoktu. Anlık bir düşünce ile Kenan konuşmasına daha ciddi devam ederek "Bizim ailemizde özellikle de babamda bazı bariz şeyler vardır Ela. Mesela ona göre Tolga'nın karşılığı güvendir" dedi. İşte tam da bu noktada Ela'dan "Duy da inanma!" dercesine alaycı bir bakış gelmişti.

"Tolga ve güven... Ciddi misin? Bu benim kulağıma pek gerçek olabilecek gibi gelmedi de"

"Tolga Gürsoy bir şey yapıyorsa her zaman bir bildiği vardır. Bir işe atılıyorsa farklı düşünülse bile destek çıkılır. Asla sorgulanmaz. Hata yapacak olsa bile buna izin verilir çünkü o elbet günün sonunda o hatayı da telafi edecek ve mükemmel evlat konumundaki yerini sağlamlaştıracaktır"

"Senin karşılığın ne peki?"

"Kenan Gürsoy tereddüttür. Bir şeyleri kendi başına başaramayacağı düşünüldüğü için her zaman bir gözetmen eşliğinde hareket etmesine izin verilir kiii o gözetmenin kim olduğunu az çok anlamışsındır. Tabii bunu yaparken de ona belli etmemeye çalışılır ama tahmin et ne olur?"

"Her lafında dönüp dolaşıp bir şekilde iğneyi Tolga'ya batırıyorsun. Sanki bu konuda babandan daha çok ağabeyine kızgın gibisin"

"Oo! Psikolog hanım teşhisi koydu. Kardeş kıskançlığı mı diyorsun yoksa?"

"Birincisi ben psikolog değilim ikincisi de dalga geçme lütfen. Eminim ağabeyinin de çok farklı sorunları olmuştur. Her zaman en doğru olanı yapmasının beklenmesi yorucu olmalı"

"Ela! Ağabeyime karşı beni şaşırtacak tarzda koruyucu bir tavır mı sergileyeceksin yoksa bana mı öyle geliyor?"

"İnan bana ben de onu korumak istemem ama yine de bu konuda objektif olmalıyım. Onunla ilk tanıştığımız dönemde aramızda ailevi konular açıldığında bana senden bahsetmişti. Aranızdaki anlaşmazlıktan ötürü açılmış olan bu mesafe onu oldukça fazla üzüyor. Bence o mesafenin kapanmasını sağlayacak her şeyi yapmaya da hazır"

"Sana böyle mi söyledi?"

"Açıkça söylemedi ama ben hissettim"

Ela önüne dönüp şekerleri karıştırırken Tolga ile bu konuşmayı yaptıkları günü düşünmeye başlamıştı. İstemsizce oluyordu bu. Onu kafede gördüğünde ne kadar da heyecanlanmıştı. Kalbi yerinde durmuyor hissettiği duyguları her geçen saniye daha da alenen ortaya koyuyordu. Sonrasında Mine'ye telefon açıp içi içine sığmaz bir halde bütün günü Tolga ile beraber geçirdiklerini anlatmıştı. O masum heyecanlarını hatırlarken şimdi "Ne kadar da safmışım!" diye düşünüyordu. Ona göre bu güzelliklerin karşılığı böyle olmamalıydı.

Ela suskunlaşırken Kenan poşetten bir tane şeker aşırıp sonra da oflaya puflaya "Evdeki herkes senin peşinde olduğumu sanıyor" deyiverdi. Konu değiştirmekte üstüne yoktu. Şaşkınlaşan Ela duydukları karşısında gözlerini büyüttü ve söylediklerine anlam veremez bir şekilde Kenan'a baktı. Doğru söylüyor olabilir miydi? Yo yo muhtemelen ciddi değildi. Gözlerini beni onayla dercesine Kenan'ın gözlerine sabitleyip "Umarım yanılıyorlardır" dediğinde Kenan beklentisini karşılayıp gülüşünü eliyle saklamaya çalışarak "Benden büyükmüşsün. Herkese sıkıntı değil dedim ama bu gerçekte benim kriterlerime pek uymuyor" demişti. Neyse ki yokmuş öyle bir durum.

 "O zaman neden herkesin öyle düşünmesini sağlıyorsun?"

"Öyle olduğunu düşünüp panik yapmaları hoşuma gidiyor"

"İyi de bunu neden bana söylüyorsun?"

"Bilmem. Belki de sana karşı olan yakınlığımdan dolayı umutlanma diyedir"

"Saçmalama Kenan!"

"Üzgünüm Elaaa! Biz sadece arkadaş olabiliriz. Bir Gürsoy asla kendisinden yaşça büyük kadınlara aşık olmaz"

"Büyük lokma ye büyük söz söyleme bence"

"Bu konuda söylerim. Lafımı yutarsam hatırlatır benimle de istediğin kadar dalga geçebilirsin"

"Espri yapmayı bir kenara bırakıp bana gerçek nedeni söyleyecek misin peki?"

"Pekala bunu sen istedin"

Kenan düğün günü Ela'nın mekana gelişini ve Tolga'nın tüm gece boyunca ona olan bakışlarını gözünün önüne getirmişti. Bir de kendisine Ela konusunda şiddetle karşı çıkışları vardı tabii. Onları unutmak ne mümkündü! Ağabeyini ilk defa öyle görmüştü ve bu da ona bir şeyler anlatmıştı. Hislerinde asla yanılmadığından emin bir şekilde "Beni nasıl tanıdın bilmiyorum ama ben ağabeyinin sevdiği kadına aşık olacak tarzda biri değilim" dedi. Ela onun bu söylediği ile birlikte bir anda bakışlarını Kenan'a çevirip "Beni sevdiğini mi düşünüyorsun?" dediğinde Kenan onun bu sorusunu garipsemiş gibi şaşkınca bakıp "Ne yani sen düşünmüyor musun?" diye sordu. Ela düşünceli bir ifadeyle sessiz kalmıştı.

 "Ela hâlâ burada mısın?"

"Bizim durumumuz kangren oldu Kenan artık kurtarılamayız. Ayrıca her şeyi bir kenara bırak o başka bir kadınla nişanlandı değil mi? Yani asıl sevdiği kişi şu an parmağında onun yüzüğünü taşıyan kişi"

"Hande mi? Şaka yapıyorsun herhalde. Tamam kız tartışma götürmeyecek kadar güzel ve bir o kadar da düzgün biri ama o ikisi... Ahhh! İnan bana onların hikayesinin finalinde mutlu son yazmıyor"

Ela başını öne eğip suskun kalırken onu üzgün gören Kenan da elindekileri bir kenara bırakıp "Senin yanına gelmeden önce babamla ikisini konuşurken daha doğrusu tartışırken duydum" dedi. Ooops! İşte Kenan'ın burada olmasının asıl nedenine geliyoruz. Ela ona boş bakışlı gözlerle bakınca Kenan daha fazla uzatmayıp gözlerini devirerek "Ağabeyim sana kör kütük aşık Ela!" deyiverdi.

Ela buna inanmamış gibi alaycı bir gülüş atıp yerinden kalkarken Kenan da aslında konuyu bilmesine rağmen yine de renk vermeyip "Aralarındaki mevzuyu tam olarak anlamadım ama seninki babama ateş püskürüyordu. Nasıl kızmasın ki? Babam İzmir'deyken ağabeyimi gözetleyen kişiden TolgaTv'nin tüm yayın haklarını satın almış. Bunun düşüncesi bile içimi ürpertiyor" dedi. Ela Vedat Bey ile konuşurken kendilerini dinlediğini düşündüğü için gözlerini ona doğru döndürüp imalı bir tonlamayla da "Sen bunu nasıl öğrendin?" diye sordu. Kenan tek kaşı havada bir halde ona bakıp "Söyleyemem Ela haber kaynaklarım gizlidir" dedi bu konuda ser verip sır vermeyeceğini belli ederek. Ela aralarındaki samimi konuşmaya dayanarak merak ettiği şeyleri sormaktan çekinmemişti.

"Peki bunu öğrenince ağabeyin nasıl bir tepki verdi?"

"Ooo! Bunu duyunca tahminimden daha çok kızdı. Babama bir bakışı vardı akıllara zarar ama babamın bunu fark etmemesi kötü oldu"

"Bu söylediğin ile ağabeyine bu bilgiyi ilk senin verdiğin sonucuna varabiliriz sanırım"

"Zeki kızın hali de bir başka oluyor"

"Ne yani ağabeyin sadece kızdı mı? Bir şey söylemedi mi?"

"Hmm... Konunun seninle ilgili olan kısmını merak ediyorsun"

"Ben öyle bir şey söylemedim"

"Sen söylemedin ama ben hissettim Ela"

"Yapma şunu Kenan!"

"Peki tamam kızma. Seninki babamla odaya geçtiklerinde gerçeği bile bile Ela'yı sevmeme nasıl izin verebildin diye çıkışmaya başladı. Neden aranızdaki durumu öğrendiği anda müdahale etmediğini sorup durdu"

"Ne gerçeği?"

"Bilmem sen söyle"

Ela'nın yüzü düşmüştü. Bir süre sessiz kaldıktan sonra ağzında "Başka ne duydun?" diye geveleyince Kenan uzun uzun düşünüp yüzünü buruşturarak can sıkıcı pek çok şey duyduğunu söyledi. Onu ailesi ile karşı karşıya bırakmak istemeyen Ela üstelemeyip üşümüş gibi hırkasının üstünden kollarını sıvazlayarak "Geç oldu ben artık odama çıkayım. Sen de oyalanmayıp trafiğe kalmadan evine dön olur mu?" dedi. Kenan neden devamını da duymak için ısrar etmediğine anlam verememişti.

"Sen iyi misin Ela?"

"İyiyim"

"Giderken şekerleri tazeleyip resepsiyona bırakmamı ister misin? Malum yukarıya çıkarak kapına bırakma iznim yok"

"Bu kadarı kâfi teşekkür ederim"

"Rica ederim. Benim için bir zevkti"

"Kenan buraya geldiğin için ve seninle bu sohbeti yapabildiğimiz için gerçekten çok memnun oldum"

"Ben de öyle. Beni sadece peşinden koşup sana asılmaya çalışan biri olarak hatırlamayacağını bilmek sanırım benim de içimi rahatlattı"

"Merak etme bu geceden sonra seni Marshmallow Kenan olarak hatırlayacağım"

Marshmallow Kenan mı? Şaka mı yapıyordu Allah aşkına? Ela gülerken duyduklarıyla gözleri kayan Kenan da "Bu dehşet verici! Geri alıyorum beni kızlara asılan çapkın biri olarak hatırlayacağını bilmem kendimi daha iyi hissettirecek" dedi. Ela güler bir yüzle iyi geceler dileyerek giderken arkasından bakan Kenan da tam kapıdan girecekken ona seslenerek tekrardan durmasını sağladı.

Ela ona doğru bakıp ne olduğunu sorduktan sonra başını iki yana sallayan Kenan'ın "Bence sen ağabeyim için fazla iyisin ama..." demesine karşılık onun lafını hemen bölerek "Beni gözünde fazla büyütme Kenan. Neyin iyi neyin kötü olduğu görecelidir" dedi. Kenan gözlerini açarak lafına devam edip "Lafı ağzıma tıktın Ela! Ben yine de zamanı geldiğinde her şeyi bir kenara bırak ve o an kalbin senden ne yapmanı istiyorsa onu yap diyecektim" dedi. Hmm... Güzel bir tavsiyeydi bu.

 Kenan'ın ağabeyine karşı olan negatif tutumuna rağmen yine de böyle olumlu bir tavır alması Ela'yı şaşırtmıştı. Her şeye rağmen aralarındaki kardeşlik bağının kopmamış olduğunu görmek ikisi adına mutlu etmişti onu. Aslında bunca zamandır yaşadıkları yüzünden Kenan'ın bu dediğini yapamayacağını çok iyi biliyordu. Ona göre Tolga ile birbirlerine geri dönüş yolları kapanmıştı. Ümit yoktu artık. 


 Ela Yılmaz & Tolga Gürsoy (Rüyalar)

"Ela..." 

Öyle bir bakıyordu ki sanki kendisini değil bambaşka şeyler görüyor gibiydi. Ela belki sesiyle değil ama Tolga'nın koluna dokunuşuyla gerçek dünyaya geri dönmüştü. Düşündüğü şeylerden kaynaklı ürkek olan bakışlarıyla "Bir şey mi dedin?" diye sorduğunda Tolga başını belli belirsiz bir halde iki yana sallayıp "Önemli bir şey değildi" dedi. Bunu dedi ama aklı Ela'nın haline takılı kalmıştı. Sanki onu biraz anlıyor da gibiydi. 

Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra "Ne yapman gerektiğini nasıl davranman gerektiğini bilmediğin ve bu yüzden de ne kadar ciddi bir kafa karışıklığı yaşadığını anlayabiliyorum. Bir dönem benzer bir duyguyu ben de yaşamıştım. Kendi kendime önüne geçemediğim bazı hislerin yanlış olduğunu söyleyip duruyordum ama bir yanımda aslında o hislerden vazgeçmemem için bana karşı var gücüyle çabalıyordu. Başkasının ardına sığınmayı bırak yanlış sandıkların aslında senin doğrun gör artık diye diretiyordu. Şimdi senin de aynı benim gibi sığınmaya devam mı etmek istediğine yoksa her şeye rağmen görmek mi istediğine karar vermen gerekiyor" dedi ve Ela herhangi bir şey demeden başını öne eğince de sözünü "Ama açık konuşmam gerekirse gördüğün rüya enteresandı. Üzerine düşünülmeye değer. Sadece benim sana tavsiyem orada gördüklerinden çok anlatılmak istenene odaklanman" diyerek tamamladı. Ancak tam o anda da daha önceden Vedat Bey'in kendisine söylediği bir sözü düşündü. Nereden gelmişti ki şimdi bu aklına?

Babasının sözlerini düşünürken durgun bir tavırla boşluğa bakarak "Bakış açını genişletmediğin sürece yanılgıya düşmen de kaçınılmazdır" deyiverdi. Bunu söyledikten sonra da kaşları çatılmış ve donuklaşmıştı. Babasından alıntı yapmak ona kendisini çok tuhaf hissettirmişti. Ayrıca o gün Vedat Bey'in bu sözü söylerken kendisine ne demeye çalışmış olabileceği de aklına takılmıştı.

Ela sessizce Tolga'yı dinledikten sonra yardımını istermişçesine bakıp "Peki rüyam sana ne anlatıyor?" diye sordu. Belli ki Ela da orada bir şeyler yakalamış ama o yakaladığı şeyi bir türlü kafasında bir yerlere oturtamamıştı. Ancak Tolga bu konuda yorum yapmak istemiyordu. Daha doğrusu orada anlatılmak isteneni kendisinin bulmasının daha uygun olacağını düşünüyordu. Bu sebepten ötürü Ela bir cevap bekliyormuş gibi gözlerini üzerine dikince başını hafifçe iki yana sallayıp "Sanırım bu şimdilik bende kalsa daha doğru olur ama bu rüyaya çok farklı pencerelerden baktığımızı söyleyebilirim" dedi. Keşke kendi penceresinden gördüklerini söyleseydi çünkü Ela onun aklından geçenleri duymayı çok ama çok istiyordu.

Ela önüne bakarak bir şeyler söylemeye çalışıyormuş gibi dudaklarını oynatırken Tolga biraz yalnız kalmasının iyi olacağını düşünerek "Bunları daha sonra düşünürsün Ela zor bir geceydi şimdi biraz uyumalısın. İyi geceler" dedi. Hayır hayır! Şimdi gitmemeliydi. Ela'nın ona en çok ihtiyacı olduğu an bu andı. Belki de şu an duymak istediği şey tam olarak da onun kafasından geçen şeylerdi çünkü kendi başına birbirine girip düğüm olmuş olan duygularını ayrıştırmayı başaramıyordu.

Tolga tam yanından geçerek gidecekken Ela buna izin vermeyip bir solukta "Orada gördüğüm de anladığım da babamın senden uzak durmamı istediği!" deyiverdi. Bu söz her ikisine de ağır gelmişti sanki. Tolga olduğu yerde kalırken Ela gözleri nemli bir halde sözüne devam edip daha da ağır şeyler söyleyerek "Sadece o kadar da değil. Yaşadıklarımız yüzünden beni de annemle aynı kefeye koyduğu onun gibi benden de utandığı ve hayatını mahveden adamın oğlunu sevdiğim için de hayal kırıklığına uğradığı" dedi. Bunu açıkça nasıl söylemişti bilmiyordu ama Tolga'nın ne düşündüğünü de öğrenmeyi çok istiyordu. Aksi takdirde ona bu gece uyku haramdı.

Söylenenler ne kadar ağır gelse de Tolga sakince duyduklarıyla kendi anladıklarını düşünüyordu. Ela ise tereddütlü bakışlarla omzunun ucundan ona doğru bakıp bir şeyler söylemesini bekliyordu. Hay aksi sırtı dönük olunca yüzündeki ifadeyi de seçemiyordu ki. İçinden "Bir şeyler söyle. Lütfen konuş susma lütfen" demeye başlayan Ela ses çıkmayınca ısrarını sürdürerek "Hadi söyle! Benim gördüklerim de anladıklarım da bunlar. Bu rüyada senin görüp de benim göremediğim şey ne bunu bilmek istiyorum" dedi. Sanki Ela yine içinde bir yerlerde kurtarılmayı bekleyen küçük bir parça daha bulmuş gibiydi. Ama bu sefer öncekinin aksine o kayıp parçanın peşine düşüp onu kurtarmak istiyordu. Tabii bu konuda da Tolga'nın yardımına gerçekten ihtiyacı var gibi görünüyordu.

Sessizliğini koruyarak derin bir nefes alan Tolga arkasını dönüp meraklı gözlerle karşısında duran Ela'ya uzun uzun baktıktan sonra "Belki de babanın benim kimin oğlu olduğumla ilgilendiği falan yoktur. Belki de düşündüğünün aksine sadece bana uzatman gereken eli her seferinde Buğra'nın tutmasına izin verdiğin için kızgındır" dediğinde Ela da ne diyeceğini bilemeden ona bakıp kalmıştı. Böyle bir şey söylemesini beklemediği çok açıktı. 

Tolga ise onu sarsmaya başladığını hissettiği sözlerine özellikle devam edip "Aynı zamanında annenin sevdiği adamın... Yani babanın yanında olmayı bırakıp Vedat Gürsoy'un yanında yer almak istemesi gibi senin de her seferinde seçimi benden yana değil de ne niyetle olursa olsun bir başkasından yana kullandığın için kızgındır. Belki de... Belki de onun yaşadığı acıları farkında olmadan sırf Vedat Gürsoy'un oğlu olduğum için bana da yaşatmaya çalıştığından..." dedikten sonra Ela'nın bakışlarını görünce fazla ileri gittiğini düşündüğü için lafını tamamlamadan sustu.

Kabul etmeliydi ki bu son söz biraz fazla olmuştu. Garip... Oysaki bu şekilde söylemeyi de planlamamıştı. Onu üzmüştü. Ela'yı incitmeyi hiç istemezdi ama kendisine gelmesini de başka türlü sağlayamazdı ki. Farklı açılardan da bakmayı öğrenmek zorundaydı. Ela ise suratına tokat gibi çarpan bu sözler ile öylece kalmıştı. Ne bir şey diyebiliyor ne de herhangi bir tepki verebiliyordu. Kilitlenmiş gibiydi sanki. Doğrusunu söylemek gerekirse asıl mevzu edilmesi gereken bu rüyadan çok Ela'nın bilinçaltına yerleştirdiği şeylerdi. Tolga'nın asıl yüzleşmesini istediği şeyler de tam olarak bunlardı.

Aklını başına getirmek niyetinde olsa da Ela'yı bu şekilde üzdüğü için kendisine çok kızan Tolga seslerin Eylül'e de gitmemesi için onu odaya doğru çekip kapıyı da hafifçe örtmüştü. Madem onu üzmüştü toparlamakta yine ona düşecekti. Ela'nın yanına tekrar gelip bu sefer gayet sakin bir şekilde "Tek bir rüyadan ne kadar farklı anlamlar çıkardık görüyor musun?" diye sordu. Ela kendisini toparlamaya çabalarken işin duygusal boyutunu bir kenara bırakan Tolga da daha gerçekçi olmaya çalışarak "Ela duygusal düşünerek varmaya çalıştığımız sonuçlar ikimizi de sağlıklı bir yere götüremez. Bak hayatta olmayan ve hakkımızda gerçek anlamda ne düşünebileceğini bilmediğimiz birinden bahsediyoruz. Belki baban yaşasaydı gerçekten benden ya da birlikte olma fikrimizden nefret edebilirdi ama belki de tam aksine beni tüm olayların dışında tutup şaşırtıcı bir şekilde destekleyebilirdi de. Bunu bilemeyiz. Üzgünüm ama bilemeyeceğiz de" dediğinde zaten zar zor duran Ela'nın gözleri dolmaya başlamıştı.

Tolga o yaşları görmeye dayanamıyordu. Keşke açığa çıkmalarına engel olup o ışıl ışıl bakan gözlerin buğulanmasını önleyebilseydi. Ela'nın yanağından akan yaşı yumuşak bir dokunuşla silerken bir yandan da sözlerine devam edip "Aslında gördüklerinin de babanın doğrularıyla ya da yanlışlarıyla bir ilişkisi yok bunu çok iyi biliyorsun. Biliyorsun çünkü tüm bunları görmenin sebebi sensin. Onları yaratan da sensin. Orada gördüğün herkes... Her şey senin korkularının şekil bulmuş halinden başka bir şey değil" dedi.

Ela önünde durduğu dolaba yaslanıp onun söylediklerini düşünürken Tolga da sırtını duvara dayayıp "Basit düşünelim tamam mı? Rüyanda babamın kızımızı senden uzaklaştırdığını görüyorsun çünkü zaten Vedat Gürsoy'un senin zihnindeki karşılığı çok net. Seni ailenden kopardığını düşündüğün için büyük ihtimalle aynı şeyi kızımıza da yapacağından korkuyorsun. Rüya'nın doğduğu gün babama ondan bahsetmememi istemiştin hatırladın mı? Bence hiçbir zaman da istemeyeceksin ya da öğrenmesini geciktirebildiğin kadar geciktireceksin. Bir torunu olduğunu bilmesini istemiyorsun çünkü ona güvenmiyor ve yapabileceklerini kafanda kurdukça korkuya kapılıyorsun. Sanırım ne dersem diyeyim onu hep bir tehdit olarak görmeye devam edeceksin. Annene gelince... Yaptığı yanlışlardan sonra babanı ve seni sonsuza kadar kaybetti değil mi? Baban gözleri önünde hayatını kaybetti ve sen de ondan nefret ederek uzak durarak büyüdün. Adını anmadın görmek bile istemedin. Şimdi aynı korkuyu sen de yaşıyorsun. Onun kadar olmasa da yine de hatalar yaptığını düşündüğün için ya bu yanlışların önünü alamayıp sonun ona benzerse diye korkuyorsun. Bu içindeki korku babanın görünümünde karşına çıkıp sana annene benzediğini ima ettiğinde gözünün önüne gelen Ela nasıl bir Ela'ydı? Sevdiği adamı kızını hayatını kaybetmiş aynı Nergis Hanım gibi kabuğuna çekilmiş bir Ela mı?" derken Ela'nın bu duyduklarıyla çok kötü olduğunu fark etti.

Gergince alnını ovuşturup bakışlarını başka yöne çevirdikten sonra "Bunları üzülmen için söylemiyorum. Sadece biraz daha iyi analiz etmeni ve kendi kendine yaratmış olduğun bu esaretten bir an önce kurtulmanı istiyorum çünkü bunları ortadan kaldırabilecek tek kişi sensin Ela... Güven bana sen onlara inanmayı bıraktığında hepsi bir bir ortadan kaybolacak" dedi ve daha fazla devam etmeden sustu.

Aslında Ela'nın gözleri dolu dolu olsa da yine de içini bir huzur kaplamıştı. İçinde parça parça durup bir türlü toparlamayı başaramadığı şeyleri sonunda bu sözler ile bir araya getirmiş gibi görünüyordu. Sanki en baştaki ısrarı da bunları duyabilmek içindi. Ve işe yaramıştı. O kurtarılmayı bekleyen parçası artık özgür kalmıştı. En azından Ela bu duyduklarından sonra böyle hissetmişti. Tolga söylediklerinin bıraktığı etkiyi düşünerek gergin bir şekilde beklerken Ela ona doğru yaklaşıp sıkıca sarılarak "Teşekkür ederim" dedi. Ela'nın beklenmedik bir anda kendisine sarılması Tolga'yı şaşırtmıştı. 

Yaşadığı şaşkınlığı bir kenara bırakan Tolga biraz da temkinli bir şekilde kolunu Ela'nın omzuna sarıp kendisine çekince Ela'da buna karşılık onun tişörtünü sıkı sıkıya tutarak Tolga'yı kendisine çekti. Bu sadece bir teşekkür sarılmasına benzemiyordu. Bir şeyler değişmiş gibiydi. Bunu anlamamak için kör olmak lazımdı.

İkisi de bir şey demeden hasretle birbirlerinin kokusunu içlerine çekerken ağlamaya devam eden Ela başını Tolga'nın göğsüne yaslayıp "Benim istediğim sadece kızım ve sensin. İçinde senin olmadığın bir hayat istemiyorum. Öyle bir hayatın içinde nefes alamıyorum. Aynı yerde dönüp duruyorum bir türlü ilerleyemiyorum sanki boşluğa düşmüşüm gibi hissediyorum" dedikten sonra daha da sıkı sarılarak "Neler yaşayacağımı bilmiyorum. Karşıma çıkacak olan şeyler ile nasıl başa çıkacağım onu da bilmiyorum ama artık ne yaşayacaksam iyi ya da kötü senin yanında yaşamak istiyorum. Düşsem de kalksam da elimi uzattığımda bana yardım edenin sadece sen olmanı istiyorum. Benden sakın vazgeçme olur mu?" dedi. Ondan nasıl vazgeçebilirdi ki? Kızı ve Ela olmadan nasıl yaşar bilmiyordu ki.


Mine Arman & Kenan Gürsoy

Hikayedeki favori çiftim :)

Elçin "Ya sen Kenan?" dediğinde Kenan da ona doğru bakarak "Ya sen derken..." dedi bir şey anlamamış gibi. Anlamamıştı da.

"Yanında hiç uzun süreli birini göremedik"

"Böyle bir beklenti içerisinde olduğunuzu bilmiyordum"

"Ne yani gönlünü çelmeyi başaran kimse olmadı mı?"

Mine telaşlı bir halde saçını düzeltirken Kenan da ona bakmamaya çalışarak bir süre durduktan sonra "Aslında oldu" dedi. Sofradaki herkes onun bu söylediği şeyi şaşkınlıkla karşılamıştı. Nasıl yani? Tek bir kadına bağlanmaya asla sıcak bakmayan Kenan Gürsoy'un gönlünü çelen bir kadın mı vardı yani? Duy da inanma denen şey tam da buna uyuyordu doğrusu. 

Mine dışında herkes birbiriyle doğru mu duydum dercesine bakışırken Kenan da onların bu haline gülerek "Düşüncelerinizi bu kadar belli etmenize gerek var mıydı? Ne yani ben birini sevemeyecek kadar ruhsuz biri miyim?" dedi. Sevmek mi dedi o? Mine bu muhabbet yüzünden bayağı gerilmeye başlamıştı sanki.

Ela ise onun aksine konu üzerine gerçekten de çok meraklanmıştı. Sonuçta bu kız her kimse bir nevi eltilik statüsünde bir araya geleceklerdi. Bu yüzden de heyecanlı bir tavırla yerinde kıpırdanıp "Peki bu kız nasıl biri? Mesela şimdi nerede o neden buraya gelmedi?" diye peş peşe sorular sorunca Mine de gözlerini açarak suyunu yudumlamaya başladı. Sakın söylemesin sakın!

Kenan kimseye fark ettirmese de bir yandan da Mine'nin tavırlarını izliyordu. Daha doğrusu Ela'ya bakıyor gibi görünse de aslında tüm odağı şu an oturduğu yerde kaybolmak üzere olan Mine'nin üzerindeydi. Onun bu panik halleri yüzünü gülümsetiyordu çünkü bu küçük Şirine ile aynı şeyleri hissettiklerini adı gibi biliyordu. Ela'nın sözüne karşılık "Bunları öğrenip ne yapacaksın Ela? Kıza gidip lütfen bizim taş kalpli Gürsoy'a bir şans ver mi diyeceksin?" dedikten sonra Mine'yi biraz daha gerip "Aslında düşünüyorum da bunu yapsa yapsa ancak sen yapabilirsin" deyiverdi. Mine içten içe bu konuşmanın nereye doğru bodoslama gittiğini sorgulayıp duruyordu. Allah'ın cezası susmuyordu da!

Tolga yemeğine geri dönerken kardeşine de üstü kapalı bir laf atıp "Bence üstelemeyin çünkü öyle biri olduğunu sanmıyorum. Olsaydı Kenan kim olduğunu söylemekten asla çekinmezdi" deyince ona doğru dönen Kenan da tam lafa giriyordu ki Mine daha fazla dayanamayıp "Allah aşkına bırakın söylemesin zaten kim bilir nasıl biridir değil mi? Biz yemeğimize dönelim çünkü bu güzel sofra övgüyü sonuna kadar hak ediyor. Her şey çok güzel olmuş Elçin yediğim en leziz yemeklerdi" deyiverdi. 

Kenan küçük Şirine'nin kendisini susturmaya çalışması karşısında daha da cesaretlenip arkasına yaslandıktan sonra "Tamam siz kazandınız! Bu kızla yeni tanıştık sayılır. Güzelliğine hiçbir sözüm yok hani su gibi derler ya aynı öyle ama biraz sert mizaçlı biri beni oldukça uğraştırıyor. Tabii benim bir şikayetim yok çünkü ben bunu aramızda bir çeşit flörtleşme olarak algılıyorum" diye giriş yapınca Mine de onun birazdan söyleyeceği şeyleri düşünüp gerim gerim gerilmişti.

Ela arkadaşının ne halde olduğundan habersiz "Sen ciddisin" derken Kenan da onu onaylayıp sözlerine plansızca devam ederek "İtiraf ediyorum daha önce hiç böyle bir şey hissetmemiştim" dedi ve o anki duygularına geri dönüp Mine'nin masmavi gözlerini düşünerek "Birine bakarken hiç dünyanın durduğunu hissettiniz mi? İşte bu tatlı kız bana böyle hissettirdi. Sevdim bu hissi" dedi. O ana kadar Mine ona bakmamayı gayet güzel başarmıştı ama son söylediği şeylerden sonra bakışları elinde olmadan Kenan'ın gözleriyle buluşmuştu. Kalbinin hızla attığını hissetse de yine de tepki vermemeye çalışıyordu.

Masada ise şaşkınlık hakimdi. Tolga kardeşinin sözlerini hayretle karşılarken Ela da onun adına çok mutlu olmuştu çünkü ona göre Kenan gerçekten aşık olmuştu. Söyledikleri öylesine söylenmiş şeyler gibi değil aksine gerçekten hissettiklerini dile getirmiş gibiydi.

Yemeğini tırtıklamaya başlayan Mine'nin yüzü şekilden şekle girerken Kenan biraz daha ileri gitmekten çekinmeyip "Hayatta her zaman böyle biri karşınıza çıkmaz öyle değil mi? Belki de kaçıp gitmesine izin vermemem gereken biridir. Belki de benim uslanmaz denilen kalbimin gerçek sahibi de o'dur kim bilir?" dedi. Kenan böyle konuşmaya devam ederse birazdan o kızın Mine olduğu da alenen belli olacaktı çünkü Mine duyduklarına daha fazla kayıtsız kalamayacak gibiydi. Şimdiden gözlerinde mini mini sulanmalar olmaya başlamıştı bile.

Mine duydukları yüzünden eli titrediği için üzerine yemeğinden damlatınca hemen çatalını bırakıp kimseye bakmadan da "Ne kadar sakarım! Kusura bakmayın ben hemen dönerim" dedi ve hızla içeriye yönelip banyoya doğru gitti. Kenan ardından gitmek istiyor ama herkesin bahsettiği kişinin Mine olduğunu anlayacağını bildiği için bunu yapamıyordu. Aslında anlamaları umurunda bile değildi ama Mine'nin şu an buna hazır olduğunu hiç sanmıyordu. Onun bu ani tepkileri de Kenan'ın çok hoşuna gitmiş biraz da ikisi adına umutlanmasını sağlamıştı. Bunları düşünürken eline aldığı içeceği bir kerede içip masaya koyarken de "Ee! Tatlı olarak ne var?" dedi sanki ortaya bir bomba bırakmamış gibi.

O anlarda Mine banyoya girmiş ne düşüneceğini bilemeden üzerindeki lekeyi siliyordu. Gerçi siliyor mu kazıyor mu o da belli değildi. Kenan'ın sözleri aklında dönüp durdukça kendi kendisine de "Söylediği hiçbir şey gerçek değil! Beni kendisine aşık edip sonra da halime gülerek ilk tanıştığımızda ben sana ne demiştim Şirin Şey diyecek ve duygularımla oynayıp herkesin içinde beni küçük düşürecek" diye söylenip duruyordu.

Eteğindeki leke çıkınca başı eğik bir halde ellerini banyo dolabının tezgahına dayadı. Bakışlarını kaldırıp aynadan kendisine bakarken gözlerindeki tereddütten hiç ama hiç hoşlanmamıştı. Kenan'ın sarf ettiği sözlerden de davranışlardan da etkilenmek istemiyordu. Ne Kenan ona göreydi ne de o Kenan'a göreydi. Apayrı dünyaları vardı ve o dünyalarda da birbirlerine yer yoktu. İçeriye geri döndüğünde artık ona karşı kulaklarını tıkamaktan gözlerine de perde indirmekten başka çaresi yoktu.

Ela tatlıları getirmesi için Elçin'e yardım ederken Kenan da önüne getirilen tabağı incelemeye başlamıştı. Dikkatini çektiği için ilk olarak turtadan bir çatal aldı ve tadını iyice algılayıp çayları dağıtan Bora'ya takılarak "Bunu sen mi yaptın Bora? Ev yapımı gibi görünüyor" dedi. O sırada sözü alan Elçin'in "Ev yapımı ama biz yapmadık. Onu..." demesini bölerek "O halde bana bunu yapanın telefon numarasını vermelisiniz. Umarım tarifin sahibi de bu kadar güzeldir çünkü bu kek bir harika" deyip gülümsedi.

Kenan'ın ilk söylediği şeyi duymayıp lafın sonuna yetişen Mine masaya yaklaşırken "O kek değil şaşkın... Turta!" deyince bakışlar bir anda ona döndü. Ne oluyor ya! Kenan bakışlarını tedirgin bir halde yerine oturan Mine'ye çevirip "Bunu sen mi yaptın?" diye sorup vereceği cevabı beklemeye başladı. Mine az önceki muhabbeti kaçırdığı için herkesin bakışlarını üstünde hissedince ne olduğunu şaşırmıştı. Sahiden neler oluyordu burada? Hepsine tek tek bakıp "Siz böyle bakınca hayır diyesim geldi. Allah aşkına turtayı ilk ben icat etmişim gibi bakmayın öyle" dediğinde Elçin de Kenan ile ikisine bir bakış atıp "O halde Kenan'a telefon numaranı vermek zorundayım Mine. Turtanı görünce az önce anlattığı kızı bile unuttu çünkü" dedi. Mine küçük çaplı bir şokla sarsılsa da neyse ki bunu kimseye belli etmemeyi başarmıştı.

Açıkçası banyodan dönerken de her şeyi unutup Kenan'a eskisi gibi davranmaya karar vermişti. Onun kendisine gerçek duygularıyla yaklaşmadığını düşünüyor ve kafasını karıştırmasına izin vermek istemiyordu. Bu yüzden de Kenan'a dönüp alaycı bir tavırla gözlerine dik dik bakarak "Sana dünyanı durdurttuğunu iddia ettiğin kızı bir turtaya değiştin demek. Senin sevgin de ancak bu kadar olur zaten. Az kalsın anlattıklarına inanıyorduk" dedi. Mine tatlısını yemeye başlarken Kenan da oturduğu yerden onu izliyordu. Sadece izlemekle de kalmamıştı elbet.

Gözlerini Mine'ye sabitleyip hiç çekinmeden "Belki de iki kız da aynı kişidir. Olamaz mı?" deyince bu defa bakışlar Kenan'a dönmüş Mine'de duyduğu şey sebebiyle ağzındaki tatlıyı boğazına kaçırıp öksürmeye başlamıştı. İlk müdahalede bunun olabileceğini tahmin eden Kenan'dan gelmişti. Ona bir bardak su uzatıp "Belki dedim canım korkma. İşe bakın şakası bile hayati tehlike taşıyor" dedikten sonra Mine'ye yardım eden Ela'ya da sırıtarak "Ya da arkadaşın bana karşı gizli bir hayranlık besliyor olabilir Ela onu bu sözümle heyecanlandırmış da olabilirim. Bu da ihtimal dahilinde" deyiverdi. Mine o halde bile ona yetişip oturduğu yerden omzunu ittirerek "Sus be adam!" dedikten sonra herkesin gülüşü eşliğinde suyunu yudumladı. Kızın zaten iki gıdımlık canı var o da bu Kenan yüzünden zayi olacak iyi mi!


Tolga Gürsoy& Orhan Yılmaz

Tolga bugüne kadar yaşanan olaylardan dolayı duygusal anlamda o kadar yorulmuş o kadar karmakarışık olmuştu ki Orhan Bey'in karşısında olduğuna hâlâ inanamıyordu. Onu görüyordu ama yine de kendisinden bile şüphe eder hale gelmişti.

Şu an karşısında duran bu adam yanlış görmüyor ya da zihni onu yanıltmıyorsa Ela'nın öldüğünü sandığı babası kızları Rüya'nın da hiç tanıyamayacağını düşündükleri dedesiydi öyle değil mi? Bu gerçek manada bir mucize olmalıydı. Küçük kızın da kaderinde hiç göremediği babaannesini kaybederken yine hiç görememe ihtimali olan dedesini kazanmak varmış meğerse...

Tolga yüzündeki yanık izlerine ve kolundaki hasara dikkatle bakarak seslenmeye niyetlenirken Orhan Bey ondan önce davranmış ve elindeki fotoğraflara bakmayı sürdürerek "Sen de mi doktorsun?" diye sormuştu. Tolga bu soruya şaşırıp başını iki yana sallayarak "Hayır ben doktor değilim" derken gözü yatağın tam karşısına denk gelen duvara gitmişti. Buna biraz da kulağına ilişen cızırtı sesleri sebep olmuştu. Çok rahatsız edici bir şeydi ve hiç durmuyor aksine bir alçalıp bir yükselerek insanın beynini uyuşturuyordu. Sesin geldiği yöne baktığı anla birlikte de yaşadığı şoku hiçbir kelime tam anlamıyla izah edemezdi herhalde. İşte şimdi Kenan'ın diğer evde gördüğü çalışmayan monitörlerin ne işe yaradığını anlamıştı. Gerçi anlamasa daha iyiydi ya...

Burada da bir sürü monitör vardı ve belli ki Orhan Bey'in zarar verme ihtimaline karşı araya kırılmaz bir cam konmuştu. Orada verilen görüntüleri sessiz bir film gibi gün boyunca gönüllü ya da gönülsüz ona izlettiriyor olmalılardı. Tolga yan yana dizilmiş olan monitörlerin ekranına bakarken ne düşüneceğini şaşırmıştı. Şaşırmıştı çünkü ekranlara yansıyan görüntülerde Orhan Bey'in yıllar önce çalınan hayatı gösteriliyordu.

Orhan Bey'in gün boyu izlemek zorunda kaldığı bu görüntülerde hastane odasındaki Nergis Hanım'ın ve Ela'nın farklı günlerde çekilmiş güncel video görüntüleri ile aralarına serpiştirilmiş eskiye dair anılar vardı. Eski ve yeninin bu şekilde bir araya gelişi de biraz zihin bulandırıcı gibi olmuştu sanki. Ela'nın küçüklüğü ve teyzesinin yanında günden güne büyüdüğü görüntüler de kimi zaman fotoğraf olarak kimi zamanda video olarak yansıyordu ekranlara..

Tolga şok dolu gözlerle Ela'nın küçükken gizli gizli çekilmiş doğum günü kutlamasını izlerken eli istemsizce davetliler arasında gözleri babasını arayan küçük Ela'nın üzerine gitmişti. Doğum günü olmasına rağmen bakışları hüzünlüydü ve onu kutlamaya gelenlerin arasında babasının da olmasını istediği çok belliydi. Sanki olamayacağını bile bile babasının bir yerlerden çıkıp sürpriz yapmasını beklermiş gibi bir hali vardı. İçi acımıştı sevdiğinin bu videodaki görüntüsüne.

O sırada Orhan Bey yaşanan sessizlikten ötürü başını kaldırmış ve arkası dönük halde duran Tolga'ya bakmıştı. Bir ona bir de Ela'nın görüntüsüne baktıktan sonra da Tolga'yı şaşırtarak "O küçük kız benim kızım... Adı da Ela. İsmini ben koydum" dedi. Tolga bu dediğini duyar duymaz bakışlarını Orhan Bey'e çevirmişti. Acaba bunu Ela'nın öz babası olduğunu bilerek mi söylemişti yoksa babası ben ya da bir başkası fark etmez o yine de benim kızım anlamında mı söylemişti?

Tolga ağır adımlarla yatağa yaklaşıp oradaki sandalyeyi Orhan Bey'in yanına çektikten sonra oturdu ve ona dikkatle bakarak "Orhan Bey ben sizi buradan çıkarıp evinize geri götürmeye geldim" dedi. Orhan Bey boş gözlerle karşısındaki genç adama bakıyor Tolga'da olumlu bir şeyler söylemesini bekliyordu.

Kısacık bir bekleyişin ardından da Orhan Bey donuk bir ifadeyle "Benim geri dönebileceğim bir evim yok ki. Yıllar önce benim gibi o da yok oldu" deyince onun bu dediğine çok üzülen Tolga da "Ama hâlâ bir kızınız var. Ela sizin o yangında öldüğünüzü düşündüğü için çok zor zamanlar geçirdi ama geri döndüğünüzde ona sadece babasını değil dünyaları da vermiş olacaksınız. Yaşadığınız tüm acıları unutturacaksınız birbirinize" dedi. Orhan Bey'in ifadesinde hiçbir değişim olmuyordu. Hissizleşmiş gibiydi sanki.

Orhan Bey dikkatle baktığı Tolga'nın sözlerine bir yanıt vermeyip bakışlarını monitöre doğru çevirmişti. Tolga ne olduğunu anlamaya çalışırken de eliyle verilen görüntüyü işaret edip "Bak bu üniversiteden mezun olduğu gün çekilen bir fotoğraf... Okuyup mimar oldu benim kızım" dedikten sonra Tolga'nın ekrana dönmesiyle de diğer monitöre bakması için onu eliyle yönlendirip "Bu da küçükken Ela'yı götürdüğüm park. Elimizde iğde dolu kese kağıtlarıyla oraya oturur hem yer hem de baba kız sohbet ederdik. Bazı zamanlar yine gidip o banka oturarak iğde yiyor. Görüyorum onu... Unutmamış demek ki. Ama hâlâ nereye koyduğumu bulamadı" dedi hafifçe gülümseyerek.

Tolga kaşlarını hafifçe çatarak neyi bulamadığını sorduğunda Orhan Bey o an başka bir görüntüye takılmıştı. Bu yüzden de Tolga sorusunu yineleyip "Orhan Bey Ela'nın neyi bulamadığını bana da söyler misiniz?" demek durumunda kaldı. Orhan Bey bir süre o anı düşünüp sonra da anlatmaya başlayarak "O gün parktayken şekerciyi gördü. Adam rengarenk şekerler satıyordu. Kırmızı pembe yeşil sarı ne renk ararsan vardı. Ela da karışık renkli olanı istedi. Tutturdu alalım diye inat etti. Ben böyle boyalı şeyler yemesini istemezdim çünkü sağlıksız bulurdum. Hâlâ öyle düşünüyorum. Çok ısrar edince ona alırım ama bir şartla dedim. Şekeri saklayacaktım o da bulabilirse alıp yiyecekti. Çöp kutusuna attığımdan dolayı bulamadı ama bulmak için bana sorular sorarak parkı ararken daha çok eğlendi. Sonra da baloncu geldi ve bütün dikkati dağıldı. Unuttu şekeri aradığını..." deyince Tolga'nın yüzünde bir tebessüm oluşmuştu. İleride Rüya ile böyle bir durum yaşarlarsa deneyimli bir babadan en güzel taktiği almış olmuştu.

Bu sırada Tolga'nın telefonuna bir mesaj geldi. Bora ambulansın geldiğini ve sağlık ekiplerinin içeriye girmek için haber beklediğini yazmıştı. Tolga biraz daha zaman istediğini yazdıktan sonra Orhan Bey'e dönerek "Kızınıza o çok istediği şekeri şimdi götürmek ister misiniz? Merak etmeyin sizi görünce şekeri yemek aklına bile gelmeyecektir ama ona o zamanlarınızı hatırlatıp bir hoşluk yaratacaktır. Ne dersiniz gidelim mi Ela'nın yanına?" dedi. Bunu söyledikten sonra Orhan Bey'in ifadesi ilk defa donuklaşmamış aksine gözleri dolar gibi olmuştu. O şekeri gören Ela'nın mutluluktan hoplayıp zıplamasını düşünmek onu duygulandırmış olmalıydı.

Tolga gidelim diyeceği anı sabırsızlıkla beklerken Orhan Bey'in monitörlere bakıp "Benim kızım burada zaten... Bak oradan bana bakıyor" dedikten sonra bir de üstüne sanki ilk kez söylüyormuş gibi "O küçük kız benim kızım... Adı da Ela. İsmini ben koydum" demeye başlamasıyla yüzünü asarak ekrana baktı. Nasıl yani şimdi Orhan Bey gerçeğiyle ekrandakini ayırt edemiyor muydu? Gerçi yaşam koşullarını düşünecek olursak bu konuda zihninin bulanmasına çok da şaşırmamak gerekirdi.

Tolga ensesini ovuşturarak düşünürken Orhan Bey'in sakin bir tavırla "Seni büyük patron mu gönderdi? Eğer öyleyse kafesteki kuşun hâlâ bıraktığı yerde olduğunu söyle de merak etmesin" demesiyle babasını kastettiğini anlayıp başını iki yana birden sallayarak "Hayır beni Vedat Gürsoy göndermedi" dedi. Vedat Bey'in ismini duyduğu anda Orhan Bey'in ne düşündüğünü belli etmeyen sert bakışları Tolga'ya dönmüştü.

"Doktor değilsin"

"Değilim"

"O da göndermedi"

"Beni kimse göndermedi"

"Öyleyse kimsin sen? Neden buraya gelmiş beni olmayan evime geri götürmekten bahsediyorsun?"

Tolga alabileceği nahoş tepkiden çekinse de kimliğini açıklamak zorunda kalıp "Ben Tolga Gürsoy'um Orhan Bey" dedikten sonra onun yüz ifadesi yüzünden ses tonunu biraz geri çekerek "Vedat Gürsoy'un oğluyum maalesef" dedi. Orhan Bey sessiz kalmıştı. Tabii bu duyduğundan da doğal olarak hoşlanmamıştı. Gözleri odanın içinde huzursuzca gezinirken başını başka yöne çevirip sonra da "Çık dışarıya!" deyince Tolga önce ne diyeceğini şaşırmıştı ama Orhan Bey'in bir kez daha "Çık dedim!" demesiyle neden orada olduğunu açıklamaya başlamıştı. Bu şekilde çıkıp gidemezdi çünkü..

"Annem bana geçmiş dönemlerinizle alakalı bazı şeyler anlatmıştı. Babamın düşündüğüm gibi biri olmayabileceğini ve bu konuda içime kurt düşürecek şeyler... Ben de bu anlatılanların gerçekliğini ve varsa daha fazlasını öğrenmek için İzmir'e yaşadığınız yere gittim. Ona baba dememi hak edip etmediğini bilmek istedim. Diğer türlü içimdeki bu şüphe ile hiçbir şey olmamış gibi onunla birlikte yaşamaya devam edemeyecektim. Ben onun gibi değilim çünkü... Yaşanan hadiseler günden güne açığa çıkmaya başladığında tutunmaya çalıştığım tüm dallar da bir bir kırıldı. Ailemin sebep olduğu şeyler omzumda taşınması zor yükler haline geldi. Aynı soyadını taşımaktan da aynı kanı taşımaktan da utanır hale geldim. Şimdi de buradayım. Kendi doğrularım ve kendi adalet anlayışım beni buraya kadar getirdi. Yanınıza gelmeden dakikalar önce Vedat Gürsoy'un ve Belgin Gürsoy'un emniyete alındığını öğrendim. Biraz geç olsa da size yaşattıklarının bedelini ödeme zamanları geldi çünkü... Muhtemelen ben bunu öğrenirken o da kendisi hakkında suç duyurusunda bulunan kişinin öz oğlu olduğunu öğrenmiştir zaten. Sunulan deliller ile bu işten artık kendisini kurtaramayacağını da..."

Orhan Bey az önce sinirle çık demişti ama Tolga'nın anlattıklarını da dikkatle dinlemişti. Hatta son sözlerinden sonra Tolga'ya daha farklı bakmaya başlamıştı. Ekranlardaki geçmişe ve geleceğe ait görüntüler yüzünden zihni bazen karışıyordu ancak şimdi Tolga'nın anlattıklarını ona odaklandığı için net bir şekilde anlamıştı. Bu yüzden de Tolga'nın sözü biter bitmez gitmesini söylemek yerine "Bir başkası için kendi öz babanı şikayet mi ettin? Bunu yaparken hiç mi canın yanmadı?" diye sordu. Tolga canının neye kime ne derece de yandığını çok iyi biliyordu ve bu soruyu da hiç düşünmeden yanıtlamakta gecikmedi.

"Önceleri bu işin peşine babamın nasıl biri olduğunu öğrenmek ve öğrendiklerimin ardından da yapılan yanlışa göz yumamayacağım için düşmüştüm. Ama sonra Ela'yı tanıdım. Kızınızı... Hiç beklemediğim hiç düşünmediğim bir şekilde içimde ona karşı çok özel bir sevgi oluşmaya başladı. Engelleyemedim bunun olmasını. Zaman ilerledikten sonra Vedat Gürsoy tarafından ailesi elinden alınan ve hayatı paramparça edilen o küçük kızın Ela olduğunu öğrendim. Acı bir tesadüftü. Biz ailelerimizin yani sizlerin geçmişte yaşadığınız olaylar yüzünden çok zor zamanlar geçirdik. Ayrı düştük hatalı kararlar verip çok acı çektik. Aslında hâlâ daha çekiyoruz ama yine de birbirimizden kopamadık. Bu süreçte Ela'nın yaşadığı acıları görüp tüm gerçekleri öğrendiğimde de can acım şu an olduğundan çok daha fazlaydı çünkü sevdiğim kadın benim bu zamana kadar ailem dediğim insanlar tarafından almıştı bu yaraları... Onlar yüzünden yıllarca sessiz sedasız akıtmıştı gözyaşlarını... En önemlisi de bir aile yok olmuştu. Onun ailesi... Ben tüm bunların yaşanmasına sebep olup sonra da hayatlarına vicdanları hiç sızlamadan devam eden kişilere üzülerek ne Ela'ya ne size ne de hiçbir ilgim olmamasına rağmen onlardan çok daha fazla suçlu hisseden kendime haksızlık edemem. Yıllar önce sizden bir hayat çalınmıştı. Şimdi izin verin de o hayatı size ve kızınıza geri vereyim. En azından bunu yapabileyim sizin için..."

Birbirlerine bakarken Orhan Bey'in az önceki sert tavrı tamamen yok olmuştu. Bir şey söylemeden bakışlarını yeniden monitörlerde gösterilen Ela'ya çevirdiğinde de sanki buradan giderse kızını bir daha göremez gibi gelmişti. Burada o kadar uzun zamandır yaşıyordu ki dışarıda nasıl bir yaşam olduğunu bile unutmuş hayatla olan tek bağı da bu monitörler aracılığıyla gördüğü kızı olmuştu. Şimdi nasıl onu burada bırakıp bilmediği bir yere gidebilirdi ki?

Tolga'da bakışları sebebiyle kızından kopmakta zorlandığını anlamıştı sanki. Bu yüzden de telefonunu çıkarıp önce kardeşine bu odadaki monitörlere yansıyan görüntüleri belli aralıklarla yavaş yavaş kapatmalarını söylemiş sonra da fotoğrafların bulunduğu klasöre tıklayarak Rüya'nın resmini Orhan Bey'e doğru uzatmıştı.

Orhan Bey önce ona sonra da kim olduğunu bilemediği küçük kızın resmine bakıp kalmıştı. Hiçbir şey de diyemiyor sadece bakıyordu. Tanımıyordu ki torununu. Tolga da sessizliği bozup tebessümle "Çok güzel bir kız değil mi? Adı Rüya... Onun adını da ben koydum çünkü annesi böyle olmasını istedi" dedikten sonra Orhan Bey'in gözlerini fotoğraftan bir an bile olsun çekmemesi ile de sözüne devam edip "Bu küçük kız Ela ile benim kızım. Sizin de torununuz Orhan Bey" dedi. Bu defa Orhan Bey'in gözleri dolmakla yetinmemiş sonunda gözyaşı yanağından süzülerek akıp gitmişti. Küçük kızın tatlı mı tatlı gülüşüne bakarken bir yandan da yüz şeklinin kızını andırdığını anlayıp titreyen eliyle boynunu ovuşturarak "Benim Ela'm... Anne mi oldu?" diye sordu. Olmuştu tabii... Hem de çok iyi bir anne olmuştu.

Tolga dediğini onaylayıp güncel bir videoya yani Rüya'nın Ela'nın kucağındaki haline geçiş yaptığında Orhan Bey de duygusallaşmış bir halde torunuyla oynarken bir yandan da onunla konuşan kızına hasretle bakıp gözleri dolarak Tolga'nın elindeki telefonu aldı. Bunu daha önce hiç görmemişti. Bu dev ekranlarda gösterilmeyen bir görüntüydü. Parmağını kızının yüzüne koyup ona dokunmaya çalışırken bir yandan da ekrana yansıyan Tolga'yı Kenan ile Mine'yi ve Nevin Hanım'ı da görüyor her şeyi dikkatle inceleyip duruyordu. Bu sırada da önce sürekli kulaklarına gelen o cızırtı sesi etkisini yavaşça kaybederek kesilmiş sonra da yatağın karşısında yer alan monitördeki görüntüler tek sefer de olmayan belli aralıklarla kapanmaya başlamıştı.

Tolga biten videonun durmasıyla ne oldu der gibi kendisine bakan Orhan Bey'e "Hadi gidelim Orhan Bey... Kızınızın torununuzun ve benim size çok ihtiyacımız var" deyince Orhan Bey önce Kenan tarafından kapanan kararmış ekranlara bakmış sonra da endişeli bir halde telefondaki videonun görseline bakmıştı. Tolga endişeli hali sebebiyle hemen görüntüyü baştan oynattı ve Orhan Bey'in dikkatini oraya çekti. An itibarıyla Orhan Bey o zihin bulandıran görüntülerin kapanmasıyla kızını sadece telefondan görmeye başlamış bunu fırsat bilen Tolga'nın "Ne diyorsunuz? Gidelim mi onların yanına?" sorusuna da hiç düşünmeden "Gidelim" demişti. Tolga mutlu olduğu gibi çok da rahatlamıştı. Bir an Orhan Bey'i buradan çıkmaya ikna edemeyeceklerini düşünmeye bile başlamıştı ama neyse ki böyle bir şey olmamıştı.

Tolga aldığı onayın ardından endişeye kapılmasın diye birazdan sağlık ekiplerinin geleceğini ve ambulansla önce hastaneye gideceklerini ama kendisinin de hep yanında olacağını söyleyerek durumu kontrol altına almıştı. Orhan Bey elinde kızının ve torununun olduğu video varken kimseye karşı çıkacak gibi değildi. Neyse ki Tolga'nın telefonunda bu videolardan daha çok vardı. Hatta Kenan'ın da. Şu andan itibaren kim ne yaparsa yapsın yeter ki telefonu Orhan Bey'in elinden almaya kalkmasın durumu yaşanıyordu.

 Tolga'nın gelebilecekleri haberini yollamasıyla birkaç saniye sonra odaya sedye ile birlikte iki sağlık görevlisi girmiş ve Orhan Bey'in mevcut durumunu kontrol etmeye başlamışlardı. Vücudunda yer alan yanık izleri haricinde yürüme güçlüğü çektiği ve sağ kolunda da bir sıkıntısı olduğu belliydi. Tabii biraz da zihninde bulanıklık vardı. Yakında bunların hepsinden kurtulması sağlanırdı elbet.

Bunlar olurken Orhan Bey de hiçbir sorun çıkarmadan Tolga'nın oynattığı videoları tekrar tekrar izliyor kızının ve torununun gülücükleriyle tebessüm ediyordu. Bu halleri bile onu mutlu ederken bir de karşı karşıya gelmiş olsalar neler olurdu acaba? Tolga olanları endişeli gözlerle izlerken Bora Kenan ve ambulansla birlikte onları merak ettiği için yanlarına gelen Ahmet kapının önünde belirmişti. Kenan aradan sıyrılıp kapının ucundan içeriye baktığında gözlerine inanamamıştı. Şaka maka ölüyü diriltmişlerdi iyi mi!

 Kenan olanları hayretle izlemeyi sürdürürken Tolga onun geldiğini görüp hiçbir şey demeden kardeşini kendisine doğru çekerek sıkıca sarıldı. Buna ne kadar ihtiyacı olduğu sarılışından belli oluyordu. Ayrıca şu an burada olmaları da Orhan Bey'in yaşadığını öğrenmeleri de kardeşinin laftan sözden anlamayıp başına buyruk davranması sebebiyle olmuştu. Ona çok şey borçluydu yani. 

 "Ağabey kardeş bir olduk Gürsoyları devirdik he!"

"Devirdik Kenan"

"Bir Gürsoy'u başka bir Gürsoy dışında hiç kimse deviremezdi zaten"

"Öyle galiba. Hepinize yaptıklarınız ve başından sonuna kadar yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. Bunun benim için olan anlamını tahmin bile edemezsiniz"

İki kardeş birbirlerine sarılırken Bora ile Ahmet'te ellerini ikisinin omzuna koymuştu. Böyle bir olaya şahitlik etmek her biri için çok özeldi. Şimdi ise yapılacak tek bir şey kalmıştı o da İzmir'e dönüp Ela'ya müjdeli haberi vermekti.


                               Baba kızın buluşması ;)

 "Benimle evlenir misin Ela? Ömrümün geri kalan kısmını seninle ve kızımla aynı çatının altında geçirmeme izin verir misin?" 

Vermez miydi hiç? Bu soruya hayır demesi için aklını kaçırmış olması lazımdı. Ela evet demek istiyordu ama karmakarışık duygularla gülmekten cevap veremiyordu. O anlarda da bir yandan Kenan'ın "Cevabını biraz çabuk ver Ela adamın dizleri yerle bütünleşti" demesi bir yandan da Ahmet'in "Bence düşünmek için biraz zaman iste de gerilim artsın Ela" demesi duyulurken bu iki muzurun seslerinin kesilmesi "Karışmayın siz!" diyen Mine'den ve Eylül'den eş zamanlı olarak yedikleri dirseklerle gerçekleşmişti.

Herkes onların haline gülerken Ela sevdiği adama doğru dönüp gözlerinin içine baka baka "Evet! Evet seninle evlenirim Tolga... Hayatımın sonuna kadar seninle birlikte yaşar tüm kalbimle de sevmeye devam ederim" dedi. Alkışlar ve ıslıklar yükselirken Tolga da elindeki yüzüğü Ela'nın parmağına takıp ayağa kalkarak ona sıkıca sarıldı. Ellerdeki çiçeklerde o anla birlikte havalanıp Ela ile Tolga'nın üzerine akmaya başlamıştı.

Ela kollarını Tolga'nın boynuna dolayıp ona sıkıca sarılırken bir daha hiç ayrılmayacaklarını hissetmişti. Önceden onunla ne zaman bir arada olsalar hep peşinden kötü bir şey olacak ve ayrı düşeceklerini hissediyordu. Ancak bu kez öyle olmamıştı. Şimdi hiçbir endişe taşımıyordu kendileri adına...

Alınan olumlu cevabın ardından herkes sevinçle onların yanına gelip tebrik etmeye başlamıştı. Tolga kutlamalar sonrası kızını kucağına almış ve buraya gelirken yanlarında getirdiği torbayla birlikte Ela'nın yanına geri dönmüştü. Ela hâlâ bu torbanın içinde ne olduğunu bilmiyordu ve Tolga'nın içinden çıkan küçük kese kağıtlarını kızlarına verip herkese bir bir dağıtmasını merakla izliyordu.

Tolga elindeki son kese kağıdıyla gelip onu da Ela'ya kızları vasıtasıyla uzatınca Ela bir elindekine bir de Tolga'ya bakarak "Bu ne?" diye sordu. Tolga'nın yüzünde söyleyemeyeceğini belli eden bir ifade ve aynı zamanda da sürprizlerin devam ettiğini açık eden bir gülümseme vardı.

Ela sessizce dururken "Hadi açsana" diyen Tolga'nın kendisini banka geri oturtmasıyla bir ipucu istermiş gibi Mine'ye Kenan'a ve Eylül'e bakıp kese kağıdını açtı. Açtı açmasına ama yüzündeki ifade bir anda asılmıştı. Hissettiği hüzünden kaynaklı olarak zorlukla yutkunurken bir yandan da avuçlarında duran iğdelere bakıp o derin sessizliğin içinde de "Bu park oturduğumuz bank ve iğdeler rastgele bir seçim değildi öyle değil mi?" deyince Tolga da başını iki yana sallayıp "Değildi" diyerek elini tuttu. Az önce gülüp eğlenen herkes gibi onların da birbiriyle buluşan gözleri istemsizce doluyordu.

Kısa bir sessizliğin ardından Ela iğdelere bir kez daha bakıp "Ben küçükken babam beni hep bu parka getirirdi ve birlikte şu an oturduğumuz banka oturarak iğde yiyip sohbet ederdik. Bunları nereden öğrendin bilmiyorum ama böyle bir günde babamı da yanımda hissetmemi sağladığın için çok teşekkür ederim. Keşke o da burada olabilseydi. Keşke seni ve kızımızı tanıyabilseydi" dedikten sonra yeniden Tolga'ya bakıp ağlayarak "Keşke torunundan şeker sakladığı ve Rüya'nın da o şekeri bulmak için dedesini soru yağmuruna tutarak gülüp oynadığı zamanları görebilseydim. O kadar isterdim ki bunu" dedi. Tolga susmayı tercih etmişti çünkü bu noktada devreye başka birinin girmesi gerekiyordu.

Ela elindeki iğde dolu kese kağıdını istemsizce sıkıp ağlarken sol omzunun yanından da ona doğru rengarenk bir şeker uzatıldı. Ela'nın onu fark edişi de Rüya'nın "Deee-dee" demesi eşliğinde olunca gözünün önünden küçükken buraya gelip babasının elinden tutarak hoplayıp zıplayışı ve bu şekeri alıp babasının onu saklayışı geçmeye başlamıştı. Aslında kalbi o elin sahibinin kim olduğunu anlamıştı ama aklı bunun mümkün olmadığını bildiği için kesinkes inkar ediyordu. Ela'ya göre babası yıllar önce ölmüştü ve şu an burada olmasının da mümkünatı yoktu. Arkasındaki başka biri olmalıydı. Mesela Kenan gibi...

Ela gözleri dolu bir halde şekere bakarken adeta dili tutulmuş gibi tek kelime bile edemiyordu ama tam arkasında duran Orhan Bey'in "Hâlâ bu boyalı ve sağlıksız şeyi yemeni istemiyorum ama ısrar edersen seninle yine şeker saklama oyunumuzu oynayabiliriz. Bulursan söz veriyorum yemene izin vereceğim" demesiyle bakışlarını yavaşça ona doğru çevirdi. Yaşadığı şokun büyüklüğü kelimelerle anlatılamazdı. Baba kızın göz göze gelişi orada bulunan herkesi perişan etmişti. Gözleri dolmayan tek bir kişi bile yoktu. Tabii ne olduğunu anlayamayan ufaklıklar dışında...

Ela aklını oynatmadığı konusunda kendi kendisini ikna etmeye çalışırken bir yandan da hayretler içerisinde babasının yüz hatlarını inceliyordu. Saç ve sakallarındaki hafif kırlaşma ile birkaç kırışıklığını saymazsak Orhan Bey hiç değişmemiş sadece yılların yorgunluğu yüzüne yansımıştı. Ela yüzünü hafızasından silemediği babasını şimdi tam karşısında görünce neye inanacağını şaşırmıştı. Delirmiyordu öyle değil mi? Şu an babası ona o da babasına bakıyordu ve bu da birçok aklı selim insanın karşısında oluyordu. Yani Ela gibi onu buradaki herkes görebiliyor aynı zamanda da duyabiliyordu.

Rüya'nın yeniden "De-deee... De-deede" deyişiyle Ela ayağa kalkmış ve tam karşısında durduğu babasının gözünden akan yaşlara aynı şekilde karşılık vererek sesi titreye titreye "Baba..." demişti. Sesi o kadar cılız çıkmıştı ki sanki bu sesleniş küçük Ela'nın dilinden dökülüyor gibi hissetmişti. Orhan Bey de yıllardır ekranlardan izlediği kızını karşısında görünce çok duygulanmıştı. Ela'yı en son hastanede ölüm kalım savaşı verirken görmüş başucunda gözyaşı döküp elini tutarak kızı için dualar etmişti. İyileştiğinde ise kızının karşısına o yangının tüm izlerini silerek çıkmak istemiş ve İstanbul'da gördüğü yoğun tedavilerin ardından da buraya yanına geri dönmüştü.

Ela'nın sesi titreyerek "Baba..." deyişinin ardından Orhan Bey de gözyaşları içinde "Ela'm... Benim küçük tatlı prensesim. Tam da istediğim gibi çok zarif bir hanımefendi olmuşsun" deyince bir anda baba kız hıçkırıklarla birbirlerine sarıldı. Onlar ağlayıp birbirlerini özlemle öperek sarıldıkça herkes ağlıyor dikkatlerini de başka yöne vermeye çalışıyorlardı ama bu görüntüye kayıtsız kalmak pek de mümkün olmuyordu. Gözyaşlarının sele dönüştüğü çok özel ve güzel bir buluşmaydı bu.

Ancak bu gözyaşlarının en güzel yanı artık acı ve hüzün sebebiyle akmıyor oluşlarıydı. Evet yaşananlar çok ağırdı ama önemli olan da tek bir şey vardı. O da şu an birlikte olabilmeleriydi. Geçmişin verdiği yaralar her bir yürekten sevdiğinin dokunuşuyla silinecek... Kötü anılarda bir süre sonra yerini yüz güldüren anılara bırakacaktı. Ee! Bu noktada da söylenecek tek bir söz kalıyordu. Çok acı çektiler... Şimdi mutlu olma zamanı!


Final sonrası ana karakterlere yıllar sonra neler yaşadıklarını görelim diye ayrı ayrı özel bölümler yazmıştım. Kenan ile Mine'nin bölümünde de çocukları çok tatlıydı. 

"Tolga ne oluyor?" 

"Bilmiyorum Ela"

İçeriye girdiklerinde oğulları Poyraz'ı ve Kenan'ın oğlu Ege'yi ellerinde su tabancalarıyla birbirlerini dolayısıyla da tüm salonu ıslatırken gördüler. Yine kaçıp amca evine sızmış velet!​

"Teslim ol dünyalı yoksa seni mısır gibi patlatırım!"​

"Kimin kimi patlatacağı belli olmaz cüce Egenuslu!"​

"Aynı boydayız biz ben cüceysem sen de cücesin!"​

Tolga seri bir şekilde koltuktan koltuğa atlayarak koşuşan küçük beylere doğru yaklaşıp Ege'yi zor bela yakaladıktan sonra "Bu saatte ne işin var burada ufaklık?" diye sordu. Ne işi olacak? Onun işi gücü savaşmak dövüşmek aksiyon. Ege maskesinin arasından gözüken gözlerini kısa kısa amcasına bakıp "Ufaklık değilim ben! Egenus gezegeninden geldim ya benimle savaşırsınız ya da dünyanızı ve mutfağınızdaki kurabiye tabağını ele geçiririm. Bu konuda hiç şakam yok Tolga amca!" deyiverdi bacaksız!​

"Baban çoktan gelmiş olmalı biliyor mu burada olduğunu?"​

"Kenanus mu? Sorunca kaşlarını çatıp bu saatte olmaz diyor o yüzden babam gelmeden önce evden sinsice çıktım"​

"Annen?"​

"Minella da bilmiyor. Burak ile aynı kıyafetleri giydik ben yokken evdeymişim gibi yapacak. Planım kusursuz işliyor amca!"​

"Bize istediğin zaman gelebilirsin ama annene ya da babana haber vermek şartıyla yoksa seni merak ederler"​

"Niye haber verecekmişim ki bebek miyim ben?"​

"Kaç yaşındasın sen?"

"Dört yüz otuz beş yaşındayım! Poyras'tan da iki gezegen yılı büyüğüm çünkü oyunu ben buldum"

"Dört yüz otuz beş biraz fazla olmadı mı?"

 "Ruhum yaşlı benim amca hani Nezoş anneannem benim ruhum genç diyor ya onun gibi"

"Ne olursa olsun şu an başına buyruk hareketlerde bulunacak yaşta değilsin​"

Poyraz oflayan kuzenini ıslatacakken yanlışlıkla babasını da ıslatmış Tolga'da Ela'ya "Ben şu uzaylı cüceleri alt ederken sen de Kenan'ı ara kaçak bizde de Ela merak etmesinler Mine çoktan paniklemiştir" diye seslendikten sonra oğlanlardan birini omzuna atıp birini de kovalayıp kolunun altına aldıktan sonra "Şimdi size birer bez veriyorum her yeri temizleyip kuruluyorsunuz" dedi. O böyle dedi ama Ege amcasının omzunda baş aşağı dursa da bu dediğine hemen karşı çıkıp başlığını tuta tuta "Ne temizliği? Ben buraya hepinizi esir almaya geldim temizlik mi yaptıracaksınız bana! Bir Egenuslu yakar yıkar ama asla temizlik yapmaz!" dedikten sonra kurtulmanın yolunu aramaya başladı. Laflara bak babası kılıklı!​

"Poyras ışın kılıcın nerede?"​

"Benim adım Poy-raz! Z ile S ile değil!"​

"Neyse ne! Gidip ışın kılıcını almamız lazım yoksa Tolganüs'ü yenemeyiz şimdiden paket etti bizi adam! Üç deyince... Üç!"​

Poyraz ile Ege aynı anda Tolga'nın kolunu ısırıp paldır küldür aşağıya inmiş onlar topuklayıp odaya kaçarken de Ela hallerine gülerek telefonu eline aldıktan sonra numarayı çevirip beklemeye başlamıştı. Çok geçmeden de kapının çalınışıyla birlikte telefon açılmıştı. Gelen Kenan telefonu açan da "Ela ikizlerden biri eksik ama hangisi anlamadım! Soruyorum bir Ege'yim diyor bir Burak'ım diyor delireceğim. Kenan'da çıktı gitti zaten!" diyen Mine'ydi.

Kenan'ı içeriye alıp Tolga'nın çocuklarla birlikte yukarıda olduğunu söyleyen Ela "Merak etme canım Ege'nin burada olduğunu söylemek için aradım. Kenan da geldi zaten" deyince Mine de eliyle deli gibi atan kalbini tutup "Bu çocuk beni öldürecek! Ne işi varmış akşam akşam orada?" dedi. Ela gülerek Egenus gezegeninden onları ele geçirmeye geldiğini söylediğinde Mine de hemen suçu Kenan'a atıp "Çocuğa masal diye acayip acayip bilim kurgu hikayeleri anlatıyor sonra da uğraş dur! Geçen ay da kendisini T-Rex sanıyordu. Ben etoburum yaşamak için seni yemem şart diye kardeşini ısırıp duruyordu zor unutturduk" dedi. Ela gülüp duruyordu ama başlarına gelmediği için komik buluyordu tabii.

Bu sırada Kenan kaşları çatık halde oğlanı omzuna atmış Ela'nın önünden de "Şu bahçe kapınıza bir kilit takın artık" diyerek geçip gidiyordu. Valla onun oğlan bu eve gelmek istiyorsa ya köstebek gibi toprağı kazar alttan alttan girerdi bahçelerine ya da odadan odaya ip gerip inerdi tepelerine. O Kenan Gürsoy'un oğluydu ve aynı babası gibi ne zaman ne yapacağı belli olmazdı.

Kenan gibi Ege'nin de yüzü beş karıştı. Giderken bile "Kurabiye tabağını ele geçirseydik bari baba ne biçim Egenusluyuz biz resmen fıs çıktık!" demeyi sürdürüyordu. Ela onları geçirip Mine'ye de "Geliyorlar şimdi Kenan kızmış kurtar çocuğu" dedikten sonra birbirleriyle vedalaşıp telefonları kapattılar. O sırada Poyraz da elinde bezle suratı beş karış halde salona doğru gidiyordu.​

"Tolga ne oluyor?"​

"Salonu temizleyecek"​

"Ceza vermeseydin eğlenmiş çocuklar"​

"Şimdiden sınırları çizmezsek sonra daha beterini yaparlar. Bir şey yaparken sonuçlarının da ne olacağını düşünmeyi öğrensinler"​

"İyi madem nasıl diyorsan öyle olsun"

"Kenan çıktı mı Ela?"

"Şimdi çıktılar"

Tolga kapıyı açıp "Ben bir Kenan ile konuşup hemen geliyorum" dedikten sonra karşı eve doğru "Kenan bir dursana!" diye seslenerek içeriye giremeden onları durdurdu. O sırada kapı açılmış ve Mine telaşlı bir halde "Niye böyle şeyler yapıp hamile halimle beni korkutuyorsunuz oğlum?" demeye başlamıştı bile. Ege'nin savunması resmen minareyi çaldık ama kılıfımızda hazır diyordu. 

Annesine en masum bakışlarını savurup "Sedef için kurabiye almaya gitmiştim anne belki kokusu sana da gelmiştir kardeşim özenmiştir dedim. Ama ne yaptıysam alamadım. Kendimi hiç affetmeyeceğim kardeşime bir kurabiye yediremedim ne biçim ağabeyim ben!" deyince Mine anında yumuşamıştı tabii. "Ay... Düşünceli oğlum benim. İyi de Ela teyzen zaten o kurabiyelerden koca tabak yolladı bize yemekten sonra hep beraber yiyecektik" deyişiyle Kenan oğlanı Mine'ye teslim edip ağabeyinin yanına dönmüştü. Tolga da canı sıkkın görünen kardeşine gelir gelmez "İyi misin sen? Sonradan konuşamadık aklım sende kaldı" diye sordu. Ne konuşsun bilmiyordu. 

"Pelin'i Belgin Gürsoy'un öldürttüğüne yemin edebilirim ama kanıtlayamam desem?" 

Tolga duyduğu şey ile afallayıp "Nereden çıkardın bunu?" derken bir yandan da kardeşinin bu tarz durumlarda mütemadiyen haklı çıkıyor olmasının gerginliğini yaşıyordu. Kenan ellerini saçlarına geçirip sinir içinde ensesinde birleştirirken "His!" diyebildi sadece. 

"Kenan öğlenden beri tüm haber kanallarında Pelin'in direksiyon başına alkollü geçtiği için bu kazayı yaptığı söyleniyor yani çok da kendisinde değilmiş. Aracının üzerinde hakimiyetini kaybetmesine neden olacak herhangi bir oynama da bulmamışlar. Ayrıca annen o dört duvarın arasındayken böyle bir şeyi nasıl yapabilir ki? Ne gücü var ne parası var ne de sözünü geçirebileceği biri var. Hem olsa ne olacak? O kadar içkiyi zorla mı içirtti Pelin'e aklın alıyor mu bunu?"

"Alıyor! Allah belamı versin Belgin Gürsoy deyince aklım her şeyi alıyor!"

"Tövbe de!"

"Nereden biliyordu o zaman? Bana başın sağ olsun oğlum dedi bir halt anlamadım"

"Ne bileyim sen gelmeden önce kazayı bir yerden duymuştur. Radyo vardır biri söylemiştir avukatla görüşmüştür öğrenmiştir bir şekilde"

"Kimden bahsettiğini sordum cevap vermedi sonra da üstünü başını düzelte düzelte kel alaka bir şekilde bu da sana yaptığım son iyilik olsun dedi. Yemin ediyorum yine dürtecekler paranoyak yanımı kalan son ipliklerini de çarşı pazar dökeceğim ortaya!"

"Fevrileşme hemen. Bak frenleri tutmamış deseler bir araçla çarpışıp yoldan çıkmış deseler ya da alkollü olmasa inan bana altında bir şeyler arayıp şüpheleneceğim ama şu an bunu yapamıyorum elimde tutunabileceğim hiçbir veri yok"

"Pelin içki içmez de diyemiyorum ki! İçti mi bütün koleksiyonun dibini getirir... Yani getirirdi rahmetli! Böyle demekte biraz tuhaf oldu"

"Bak istersen yine de araştırmaya devam ederiz yeter ki senin için rahat etsin. Açıkçası senin hislerinin yabana atılmaması gerektiğini de hep söylerim yani emin olana kadar bakalım işte durumlara"

"Sağ ol. Hadi acıktım ben yarın devam ederiz"

"Tamam. Sen de düşünme bunları iyice dinlen"

İkisi de evlerine doğru giderken Kenan aniden "100 puanlık uzman sorusu geliyor!" diyerek geri döndü. Tolga kardeşini duyar duymaz dönmüş ve orta noktada buluştuktan sonra Kenan'ın "Ya Belgin Gürsoy'un istediği zaten buysa? Yani onun Pelin'in katili olduğunu düşünmem" demesiyle "Eyvah! Yine ne geliyor acaba?" hisleriyle derin bir iç çekmişti. 

Kenan her zamanki kuşkucu tavrıyla "Belgin Gürsoylaşıyorum hazır mısın?" dediğinde Tolga da haklı olarak gözlerini kısıp "Buna kimsenin hazır olabileceğini düşünmüyorum Kenan" dedi. En son Vedatlaştığında hiç de fena değildi halbuki.

"Teorimi duymak istiyor musun istemiyor musun?"

"Sen başla ben de kademe kademe kendimi hazırlayayım"

"Yıllardır dört duvar arasındayım kimsem yok. Buradan çıkmam lazım ama yardım isteyebileceğim bir Allah'ın kulunu bırakmadım arkamda. O kadar müthiş bir insanım yani"

"Geç oldu Kenan teorine ekstra yorum katmasan mı? Mine cama çıkıp yemeğe gelmiyor musun diye bağıracak şimdi"

"Tamam bekle! Sonra düşünüyorum ve aklıma oğlum Kenan geliyor. Tutuşturayım oğlanı diyorum önce mektuplar yazıyorum ilgisini çeksin de gelsin görsün beni diye ama aile sevgisi yok tabii çocuğun tınlamıyor"

"Kenaan!"

"Ööööf! Avukatla haber uçuruyorum çok hayati bir mesele konuşmamız lazım diye bir şekilde gelmesini sağlıyorum. Aslında aklımda beni buradan çıkarmasını sağlayacak başka şeyler var ama ansızın Pelin'in kaza haberini alıyorum oğlana buradan yürü işareti gibi. Konuşma sırasında da yapmam gereken tek şey Kenan'a farkına varmadığı tehlikelerin etrafında gezindiğini hissettirmek. Kafa karıştırıcı konuşuyorum ki dinlerken bağlantıları kurmakta da anlamakta da zorlansın. Peki sonuçta oğlum beni çıkarmaya yanaşıyor mu? Yanaşmaz çünkü akıllı çocuk"

"Başladı yine!"

"O zaman son iyiliğim diyerek Pelin bela olacaktı ama çektim önünden diğer her ne varsa işte neyi kastediyorsa onunla da sen uğraşmak zorunda kal hissini veriyorum gider ayak. Peki onun düşündüğü Kenan ne yapıyor? Bu noktada hemen Kenanlaşıyorum. Annemin sözlerini düşünüyorum üstüne Pelin'in öldüğünü öğreniyorum kafam besbeter karışıyor. Belgin Gürsoy'un bildiği bir şey mi var ya doğru söylüyorsa diye ikilemde kalıyorum. Ee! Bilmediğim haberdar olmadığım bir tehlike ile nasıl uğraşabilirim ki? Bana önceden hazırladığı ufak ufak tedirgin edici yemler atmaya başlıyor ben de dirensem de kendimi ailemi korumak zorunda hissedip yeniden çıkıyorum karşısına. Ama çıkmam çünkü şerefim üzerine yemin ettim onu hapishaneden çıkarmam diye bu anlatacağım annemin kafasındaki Kenan'ın tepkileri olacak"

"Kenan sen gerilim romanı mı yazsan acaba?"

"Biraz ciddiyet lütfen!"

"Ciddiydim zaten"

"Nerede kaldım ben? Nerede kaldım!"

"Annenin kafasındaki Kenan'ın tepkilerini veriyordun"

"Tamam dinle! Yeniden çıkıyorum karşısına sıkıştırıyorum bildiklerini anlatsın ne ile savaşmam gerektiğini bileyim diye ama onu oradan çıkarmadan tek kelime etmeyeceği konusunda ölümüne diretiyor. Ben yanına gidene kadar kesin yeni şeyler kurgulayıp onları da araya sıkıştırır. Ben deliriyorum tabii Mine'ye ya da çocuklara zarar gelmesin diye lafımı yutuyorum ve anlaşmaya evet diyorum. Artık nasıl yapacaksam ülkedeki bütün avukatları mahkeme salonuna yığıyorum allem edip kallem edip bir şekilde Belgin Gürsoy'un tahliye olmasını sağlıyorum herhalde. Sonra..."

"Niye durdun? Kenan..."

Kenan sonrasında olabilecekleri hayal ederken bir canı sıkılmamış değildi. Ellerini beline koyup "Hangi akla hizmet böyle bir salaklık yaptıysam Belgin Gürsoy temiz havayı içine çeker çekmez bir kazıkta bana atıp asıl kendisi soframa bomba gibi düşerek intikamını alıyor sonra da kayıplara karışıp bana saçımı başımı yoldurtuyor!" deyince Tolga bu yükselişe istemsizce gülmeye başlamış Kenan da "Yalan mı?" dercesine bakıp "Ya benim annem hayatının hangi döneminde benim iyiliğimi düşündü Allah aşkına söylesene! Arkamdan çevirdiği dolapların bini bir para olmuş şimdi mi arkamı toplayacak? Ya bu kadın zamanında Pelin'e baskı kurup sırf o çok kıymetli soyadını vermesin diye benden habersiz çocuğumu aldırtmış sebebini de sen de böyle olmasını isterdin hayatını kurtarıp sana iyilik yaptım oğlum tadında açıklamıştı. Belgin Gürsoy'un iyiliği bile marazlıdır. Nokta!" demişti.

 "Bir şey diyeyim mi?"

"De!"

"Kenan beni her teorinle ikna edebiliyorsun ve bu beni korkutmaya başladı. Söylediklerinin hepsi olabilir gibi kii şimdi bir teorim daha var desen muhtemelen ona da ikna olacağım"

"Tamam ya vazgeçtim düşünmekten! Başımda dediği gibi bir bela varsa hadi o bela sıkıyorsa bir atsın bakalım adımını asıl onun başına neler geliyor görelim. Şurada aile babası olalım olaylardan elimizi eteğimizi çekip hanımımızın köyüne yerleşelim dedik yine zıvanadan çıkarmaya çalışıyorlar beni!"

"Çıkma sen zıvanadan falan git şimdi evine mis gibi yemeğini ye otur köşene"

"Sen bana görüşmeye gitme sinirin bozulacak demiştin ya gözümde bir basamak atladın. Bundan sonra söylediğin şeyleri daha çok önemseyeceğim. Sen gitmiyorsun ya haklıymışsın hiç gerek yokmuş dertsiz başına dert almaya"

Tolga gülmesini saklamaya çalışarak kardeşini omuzlarından tutmuş ve söylenmeleri devam ederken de kapısının önüne bırakıp zile basmıştı. Ağabeyinin "Hadi iyi akşamlar!" deyişiyle karşısında ışıl ışıl bakan maviş gözleriyle Mine'yi gören Kenan'ın da bütün sinirleri saniyeler içinde alınmış gibi olmuştu. Mine onu içeriye almış sofraya oturtup mantısını önüne koymuş ve an itibarıyla Belgin Hanım'ın etkileri Kenan'ın kafasından bir bir silinmişti. 


........::::::::____::::::::........

Yemek sonrası Ege'nin yememek için zor dayandığı kurabiye tabağı da nihayet sütler eşliğinde salona gelmişti. Çocuklar bir yandan babalarının İstanbul'dan getirdiği hediyeleri açıyor bir yandan da kurabiyelerini yiyip sürekli de kendi aralarında oyuncaklarla ilgili heyecanlanıp duruyorlardı.

"Burak bak bu robotu kurduktan sonra düğmesine basıyormuşsun konuşuyormuş burada öyle yazıyor"

"Sen o yazıyı okuyamazsın ki nereden biliyorsun öyle yazdığını?"

"Biliyorum çünkü konuşan oyuncaklarımızın kutularında hep bu elle kulak işareti oluyor. Bu dokun sonra da duy demek bence"

"Akıllıca! Bak bu miskop... yok mikmoskop... babam bunun adına ne demişti Ege?"

"Mik-ros-pop!"

"Mikrospop'ta da mikkopları görebiliyormuşsun annem öyle dedi. Hadi görelim mi?"

"Evde mikkop mu kaldı? Yeldoş teyzem her yeri sildi süpürdü ne gerek varsa anlamadım. Hem belki ben o mikkopları besliyorum niye karışıyor ki evimize?"

"Hıı! Balkondaki karıncalarımızı da silmiş midir? "

"Tombiş Osman ölmesin! Koş bakalım!"

"Fenerleri almayı unutma"

O sırada mutfakta çayları koyan Kenan da "Hiç anlatmadın ziyaretin nasıl geçti?" diyen Mine'nin sorusunu duyup kısacık bir an durdu sonra da arkasını dönüp sandalyede oturan Mine'nin önüne eğildi. Mine şefkatle yanağını okşuyorken Kenan'da gözlerine masumca bakıp "Boş geçti. Yani anlatacak pek de kayda değer bir şey yok" dedi ama Mine üzgün olduğunu anlayabiliyordu. 

"Seni üzecek bir şey oldu ama hamileyim diye bana söylemek istemiyorsun değil mi? Ağabeyinle de uzun uzun onu konuştunuz"

"Gerçekten mühim bir şey yok. O da merak etmiş işte ne oldu ne bitti onu sordu"

"Anneni özlemiş misin? Görmeyeli çok uzun yıllar oldu çünkü"

Özledim diyemiyordu sadece bir boşluk vardı içinde. Kenan hissettiği şeyi yadırgamış gibi başını olumsuzca sallayıp "Ben niye böyleyim Mine? Niye anne ve babam olan insanlara karşı iyi şeyler hissetmiyorum anlamıyorum. Sevgim yok özlemim yok kızgınlıktan kırgınlıktan başka hiçbir duygum yok" deyince Mine gözleri dolarak ona sıkıca sarıldı. İyi gelmişti bu. 

"Oğulların seni çok seviyor ve uzakta olduğunda da çok özlüyorlar. Bugün hem Burak hem de Ege etraflarında onlarla vakit geçiren bir sürü insan olmasına rağmen sürekli senin ne zaman geleceğini sorup durdular. Bu neden oluyor biliyor musun? Çünkü sen bir baba olarak onların bütün duygusal ihtiyaçlarını karşılıyorsun. Onlara koşulsuz sevgi veriyorsun şefkatle kabul ediyorsun onları görüyor duyuyor anlıyor ve ihtiyaç duydukları ilgiyi gösteriyorsun. Çocuklar ailelerini aynalıyor Kenan... Hangi duyguya maruz bırakıyorsan çocuğun içinde de sana karşı o duygu gelişiyor. Bilmez ki başka türlüsünü" 

Kenan kendi ailesinin ona verdiği olumsuz şeyleri düşünürken Mine'nin omzunu öpüp "Sizi çok seviyorum. Siz benim bu hayattaki en büyük şansımsınız" dedi. Mine tam "Sen de bizim" demişti ki hissettiği hareketlenme ile Kenan'ın elini tutup karnına koyarak "Kızın henüz doğmasam da ben de o şansa dahil miyim diyor" deyip Kenan'ı gülümsetti. Dahil olmaz mıydı hiç? Kenan kızına da bir öpücük bırakıp "Sen de benim şanslarımdan birisin Junior Şirine'm" dedi ve bir süredir içeriden gelen seslerin artık gelmediğini fark edince "Sana da böyle oluyor mu bilmiyorum ama ses çıkarmayan çocuk beni çok endişelendiriyor" dedi Mine'ye. Sustuklarında hep bir haltlar karıştırdıkları için olmasın o?

Mine masadan destek alarak oturduğu yerden kalkarken Kenan'da çay tepsisini alıp birlikte salona döndüler. Bütün hediyeler ortalığa saçılan kutularıyla birlikte yerdeydi ama o iki ufaklık ortada yoktu. Tepsiyi sehpaya bırakıp açık olan balkon kapısına yaklaştıktan sonra perdeyi araladılar. Burak elinde feneriyle eğilmiş "Tombiş Osman ölmemiş bak burada" diyor Ege'de fenerini balkonun yerlerinde gezdirip "Şaşkın Bahadır yok ama! Hele bir ölmüş olsun ben de kovayı bezi toplayıp Yeldoş teyzemin evini temizlemeye gitmezsem bana da Egenuslu Gürsoy demesinler! Bütün takısını tokasını yer beziyle sileceğim çıldıracak" deyip Yelda'ya kızıyordu.

Kenan balkona çıkıp dizlerinin üzerine çöktükten sonra "Buradadır merak etmeyin çıkar şimdi bir yerden" dese de çocukların onu görmeden içi rahat olmayacak gibiydi. "Aslında ben ona süpürge ile bez görünce kaçmayı öğrettim ama kaçamadı mı acaba?" diyen Ege kardeşinin "Burada burada!" deyişiyle yanına gidip yürürken sağa sola yalpalayan karıncaya baktı ve derin bir oh çekti. Valla ortaya çıkmasa Yelda yanmıştı ki ne yanmıştı. 

"Hadi bakalım Tombiş Osman ile Şaşkın Bahadır ortaya çıktığına göre içeriye geçelim artık hava serinlemiş çünkü"

Salona dönüp koltuklara geçtikten sonra Burak elini Kenan'ın bacağına koyup "Bir daha bizsiz İstanbul'a gitme olur mu baba? Ben seni çok özledim. En çok da top oynarken yemek yerken çizgi film izlerken bir de uyurken özledim" dediğinde Kenan önce kendisinin de özlediğini söyleyerek oğlunun saçını öpmüş sonra da bazen iş için gidebileceğini ama çabuk döneceğini söylemişti. 

Onlar kendi aralarında tatlı tatlı konuşurken Ege yine rahat durmuyordu. Çıkmış koltuğun tepesine eline aldığı kurabiyeyi Mine'ye doğru tutup "Sedef! Bir tane daha kurabiye yemek ister misin?" diye bağırıyordu annesinin ağzına doğru. Gören de Mine kardeşini yuttu zannederdi.

Mine oğlunun haline gülse de yine de karnını tutup biraz durduktan sonra "Karnı çok doymuş ağabeyine teşekkür ediyor" dedi ama Ege de sırıtıp "Kardeşim konuşamaz ki" deyiverdi. Ee ne soruyon o zaman? 

Ne diyeceğini bilemeyen Mine "Madem kardeşinin konuşamadığını biliyorsun o halde niye ona soru soruyorsun?" dediğinde küçük bey cevabını çoktan hazırlamış gibi "Bakayım beni kandıracak mısın dedim kendi kendime. Üzgünüm ama testimi geçemedin anne çünkü beni kandırdın. Doğmamış çocuk konuşur mu hiç?" deyip Mine'yi şaşırtmıştı. Çokbilmiş cüce!

Ege koltuktan yere atlayıp kurabiyeyi tabağa bıraktıktan sonra kardeşinin önüne gelip "Hadi kalk Burak oyun oynayacağız" dedi ama hemen gidemedi çünkü Kenan imalı bir tonlamayla "Affedersin oğlum kardeşinle konuşuyorduk ne dediğini duyamadık bir daha tekrarlar mısın?" deyip lafını hemen düzelt bakalım iması yapmıştı. 

Yan yan bakan Ege babasının ne demek istediğini anlayıp komik bakışlı gözlerini Kenan'dan ayırmadan "Kardeşim Burak!" diye lafa girdi. Mine ile Kenan gülmemek için kendilerini zor tutuyordu. Ege ise sözüne kardeşine bakarak devam edip "Babamla konuşmanız bittiyse benimle oyun oynamak ister misin çünkü ben seninle çok oynamak istiyorum şu an ahanda burama kadar geldi" deyip eliyle çenesinin altını gösterdi.

Burak oturduğu yerde ayaklanıp Kenan'ın yanaklarını iki eliyle tuttuktan sonra burnunun dibinden "Benim konuşmam bitti seninki de bitti mi?" diye sordu. Tatlı surat! Kenan bittiğini söyledikten sonra kendisine doğru uzattığı yanağını öpmüş Ege'de ikisine bakarken "Beni de öp bence" deyip yanağını babasına uzatmıştı. Öpücükleri de kaptıktan sonra iki kardeş yerdeki oyuncaklarının başına dönmüş Mine'de Kenan'ın yanına oturmuştu. 

"Ege bu robotu nasıl yapacağız?"

"Sen bana parçaları ver ben de bu kağıttaki resimlere baka baka onları birleştireceğim"

"Yapabileceğine emin misin?"

"Oyuncakları yaparken babamı izliyorum ben çok kolay oluyor"

Düzenek kurmayı da öyle öyle öğrenmişti ya zaten. Kenan ile Mine koltukta sarılmış çocukların bıcır bıcır konuşmalarını dinlerken Mine yaşanan tantanayı hatırlayıp "Bence çocuklardan birinin saçlarını iyice kısaltalım böylece kimin kim olduğu anlaşılır bizi uyutmaya da son verirler" deyince bir kulağı onlarda olan Ege bir anda doğrulup saçlarını tutarak "Hayatta elletmem! Bir Gürsoy elletmem diyorsa elletmez!" dedi. Mine "Ne yapmaz ne yapmaz?" derken gülünce Burak'ta ne olduğunu anlamasa da kardeşine uyup saçlarını tuta tuta "Ben de bir Gürsoy'um ben de elletmem!" deyiverdi.

"Hem ben dedim size ejderha dövmesi yaptırayım diye kabul etmediniz o zaman kim olduğumu anlardınız" 

"O zaman da evden kaçtığında senmişim gibi yapamazdım akıllı!"  

"Sana da suda çıkan ejderha dövmelerinden yapardık herhalde o kadar kafamız çalışıyor Burak!"

Oğlanların konuşmalarını dinleyen Mine nerede hata yaptıklarını düşünüp "Ellerimizle canavar yarattık Kenan" dediğinde babasına kalmadan Ege söze atlayıp "Ben canavar değil Egenuslu ejderhayım! Şimdi de Kenanus'u yenip kız kardeşimle annemi kurtaracağım ve onları gezegenimize geri götüreceğim" dedi. Yok ya! Dünkü bebe gelmiş Kenan'ın ne zorluklarla kazandığı zafer çiçeğini ondan almaya teşebbüs ediyormuş. Hangi dört ayaklının yüreğini yedin oğlum sen!

Kenan merak etme dercesine "Seni benden kimse alamaz Minella'm!" deyip Mine'nin yanağını öptükten sonra ayaklanmış "Kimmiş o Kenanus'un kıymetlisine göz diken alevli fıs fıs!" demesiyle de oğlanların birbirlerine iki saniye içinde "Kaç!" deyip çil yavrusu gibi kaçışmasını sağlamıştı. 

Kenan yakaladığını yere yatırıp bir film sahnesinin içindelermiş gibi karakter oyunculuğu sergiliyor çocuklar hem gülüp hem babalarının sırtına atlayarak bağırıyor onları izleyen Mine'de karnını sıvazlarken "Kızım kurtlu bunlar! Gözünü seveyim sen bari bana benze sakin sakin oturalım bir köşede ana kız" diyordu.

Sonunda Kenan ikisini de tuş etmiş kendisini de nefes nefese bir halde sırt üstü yere bırakmıştı. Oğlanlar firariydi tabii babalarının elinden kurtulur kurtulmaz odalarına kaçmışlardı. Mine ise yerde yatan sevdiğine bakarken ışıl ışıl gülümsüyordu. Birkaç saniye sonra ayağa kalkıp elini uzattı. Kenan tutsa da ağırlığını vermeden kendi çabasıyla kalkmış sonra da birbirlerine sarılıp pencerenin önüne gelmişlerdi. 

"Mine..."

"Efendim?

"Çok seviyorum seni"

"Valla benim de içimde size karşı bitmek bilmeyen bir kıpır kıpırlık söz konusu Kenan Bey!"

"Kızımdır o. Sesimi duyunca hareket ediyor ya"

Mine omzuna şaka yollu vurup "Değil işte! Romantik bir şey söylemeye çalışıyordum anlamadın" dediğinde Kenan ona daha sıkı sarılıp kollarının arasına aldı. O sırada karşı evin balkonunda da Ela ile Tolga belirdi. Onlarda sarılmış halde dışarıyı izliyorlardı. Tolga Ela'ya Kenan'da yanındaki Mine'ye baktı gururla. Birbirlerine döndüklerinde iki kardeşin bakışı yaşadıkları her şeye değmiş izlenimi veriyordu. Ee! Kenan'ın da zamanında dediği gibi zafere çiçekli yollardan gidilmiyordu değil mi? 

"Ela ile Tolga neden bizim evi işaret ediyor Kenan?"

"Bilmem"

Kenan balkona çıkıp işaret ettikleri yere yani üst kata baktığında gözlerine inanamamıştı. "Drone'u çalıştırmayı nasıl öğrendi bu cüceler?" derken aynı anda da Ege tarafından kumanda edilen drone'un karşı evdeki Poyraz'ın odasına bir poşet taşıdığını gördüler. Şaka herhalde! Poyraz poşeti almış içine de bir şey koyup geri almalarını işaret etmişti. "Eşek heriflere bak kendi aralarında iletişim ağı kurmuşlar haberimiz yok!" diyen Kenan aynı ağabeyi gibi içeriye girip hemen yukarıya çıkmıştı. 

Tırsıp düşürmesinler diye Drone'u geri alana kadar arkada beklemiş Ege ile Burak gelen poşetin içinden Poyraz'ın gönderdiği araba stickerlarını çıkarıp "Ayyy! Çok güzeller çook!" deyip sevinmeye başlamışlardı. Ta ki kulaklara ilişen imalı öksürük sesine kadar. 

İki kardeş çıt çıkarmazken Ege "Yakalandık mı Burak?" dedi sanki hayır demesini umar gibi. Kardeşi başını evet der gibi sallamış arkalarını döndüklerinde de babalarını görüp Burak masum bakışlarla "Çalışıyor mu diye baktık" demiş Ege'de kardeşini destekleyip tırsak tırsak "Çalışıyormuş" demişti ikizliğin hakkını verir gibi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder